Gılgamış ve Enkidu, Sedir Ormanında Huwawa
Gılgamış ve Enkidu, Sedir Ormanında Huwawa
(Gılgamış ve Enkidu sedir ormanına yolculuk etmek ve kötü yürekli Humbaba ile karşılaşmak için hazırlandılar.)
Enkidu’nun yüreği mutsuz olduğu için, bir gün gözleri yaşla doldu. Arkadaşının acı acı iç çektiğini duyan Gılgamış, ona “Enkidu, dostum neden gözlerin yaşla doluyor ve neden böylesine acıyla iç çekiyorsun” diye sordu.
Enkidu yanıt verdi: “Kaybolan gücüm için ağlıyorum. Otlak arazide hayvanların arasında yaşarken, çok hızlı ve güçlüydüm. Burada, sağlam surlu Uruk kentinde kollarım işe yaramaz şekilde iki yanımda sarkıyor. Hareketsizlik beni güçsüz yaptı.”
“Kalbindeki sızıyı nasıl iyileştireceğimi biliyorum” dedi Gılgamış. “Canlılar ülkesindeki Lübnan Sedir Ormanlarında, gök tanrılarının evi olan Sedir Dağı’nın eteklerinde korkunç dev Humbaba yaşar. Benimle onu Öldürmeye gel, ülkedeki bütün şeytanları kovmuş olalım.”
“Söylediklerinde ciddi olamazsın” diye yanıt verdi Enkidu. “Böylesine cesurca konuşabiliyorsun, çünkü Humbaba’yı hiç görmedin. Ben de onu hiç görmemiştim, ama vahşi hayvanlardan Sedir ormanını ve onu koruyan kötü devi öğrendim.”
“Orman, 30.000 milkarelik bir alan üzerinde uzanıyor” diye açıkladı Enkidu. “Yayıldığı alan öyle büyük ki bir insan oraya girebilir, ama bir daha asla çıkış yolunu bulamaz. Humbaba’ya gelince, bu canavar deve karşı savaşma düşüncesi de kalbimi dehşetle dolduruyor. Göksel tanrıların yöneticisi Enlil, onu gözcü olarak tayin etti. Sedir Ormanları’nı, girmeye cesaret edenlere dehşet saçarak koruyor. Yüzü bir aslanınki kadar ürkütücü. Korkunç kükremesi, ormanın içinde, tufanda kabaran bir nehir gibi yankılanıyor. Dişleri bir ejderhanınkilere benzer ve ağzından alevler fışkırır. Her soluk aldığında yolunun üzerindeki bütün kamışları ve ağaçlan yakıp yok eder. Yenebilen hiçbir şey bu canavar tarafından yenip yutulmaktan kurtulamaz. Neden senden daha güçlü bir yaratığa karşı kendini ortaya atmayı seçiyorsun?”
“Er geç öleceğimi ve bunun benim kaderim olduğunu biliyorum” diye açıkladı Gılgamış. “Yaşamım sona eemeden ad bırakmayı istiyorum. Bunun için Sedir Dağı’na çıkmak istiyorum. Geçmişin büyük adları anıldığında benim adımın da onların arasında olmasını isterim. Göksel tanrıların adlarını da bizimle birlikte taşıyacağım ki onlar da anımsansınlar.”
Enkidu “Sedir Ormanları’na giremeyiz” diye yineledi. “Humbaba dinlenmeksizin ormanı gözlüyor. Vahşi sığırları 200 mil öteden duyabilir o.”
Gılgamış karşılık verdi: “Dostum, kim göklere ulaşabilir? Işık saçan Şamaş’la birlikte, yalnızca tanrılar sonsuza dek yaşarlar. İnsanların günleri sayılıdır ve ulaştıkları şeyler ne olursa olsun rüzgâr gibidir! Tüm insanlar gibi senin kaderinde de öleceğin yazılıysa neden ölümden korkuyorsun? Kahraman gücüne ne oldu? Sabırla ve sessizce oturup öleceğin günü beklemektense ün kazanmak için elinden geleni yapman daha iyi değil mi? Onur sen öldükten sonra bile adını yaşatacaktır.”
“Eğer Humbaba ile savaşmaktan hâlâ korkuyorsan” diye devam etti, “bırak, sen beni daha yürekli olmam için cesaretlendirirken, ben önden yürüyeyim. Başarısız olsam bile kalıcı bir ad bırakmış olurum. İnsanlar benim için, Gılgamış acımasız dev Humbaba ile savaşırken öldü diyecekler.”
Enkidu yanıt verdi: “Senin arkanda yürümeyeceğim dostum. Sen canlılar ülkesine doğru seyahat ederken, ben sağlam surlu Uruk kentinde kalacağım, gönencini annene bildireceğim. Bilge tanrıça Ninsun, bütün insanlara ününü ilan etsin! Çok yakında gerçekleşecek ölümünü annene haber vereceğim. Bilge tanrıça Ninsun, kayıp çocuğu için yas tutarken acı gözyaşları döksün.”
“Ben ölümü seçmiyorum” diye devam etti Enkidu. “Ateşler içinde yok olmak istemiyorum. Üç katlı kefen için hazır değilim. Fırat nehrine seyahat etmeye hazır değilim.”
Gılgamış şöyle dedi: “Korkun kalbimi üzüntüyle dolduruyor. Humbaba’yı ellerimle öldüreceğim, Sedir ağaçlarını keseceğim ve güzel kokulu kerestelerini sağlam surlu Uruk kentine getireceğim. Böylece kalıcı bir ad kazanacağım. Demirciye bizim için yeni silahlar dökmesini emredeceğim; ağaçları kesip devirmek için baltalar ve şekil vermek için bıçaklar ve Humbaba’ya karşı kullanmak için olağanüstü kılıçlar… Adı ülkemizde dehşet saçan bu devi görmek istiyorum. Onu Sedir Ormanlarında yeneceğim. O zaman bütün insanlar Uruk kralının ne denli güçlü olduğunu öğreneceklerdir.”
Enkidu yanıt verdi: “Ey Gılgamış, eğer böyle bir maceraya girmeyi kafana koy duy san ve Canlılar ülkesine girmeye karar verdiysen, istemeye istemeye sana eşlik edeceğim. Ancak ışık saçan Şamaş’a söylemelisin. Sedir Ormanları’ndan o sorumlu ve mutlaka onun yardımına ihtiyacın olacak.”
Böylece Gılgamış biri beyaz, diğeri kahverengi iki oğlak seçti ve dualarla Şamaş’a sundu: “Ey göksel Şamaş, Canlılar ülkesindeki Lübnan Sedir Ormanları’na girmek istiyorum ve bana yardımcı olmanı diliyorum.”
“Gılgamış, gücünün çok büyük olduğunu biliyorum” diye karşılık verdi ışıklar saçan Şamaş. “Sen gerçekten büyük bir savaşçısın. Ama niçin böyle bir maceraya girişiyorsun? Neden Canlılar ülkesi seni bu kadar ilgilendiriyor?”
Gılgamış gözyaşları içinde yanıt verdi: “Ey ışık saçan Şamaş, lütfen sözlerimi dinle. Biz insanlar göksel tanrılar kadar kutsanmış değiliz, çünkü sonsuza dek yaşayamıyoruz. Her gün kentim Uruk’ta insanlar ölüyor! Kentimin güçlü duvarlarından baktığım zaman Fırat Nehrinin onların ölü gövdelerini taşıdığını görüyorum.”
“Bir kral da olsam, er ya da geç ben de bu kaderle yüzleşeceğim, bu son yolculuğu yapmak zorunda kalacağım, ölüm insan kalbini acıyla doldurur. Ne kadar uzun olursa olsun bir ölümlü göklere ulaşamaz. Ne kadar geniş olursa olsun bir ölümlü tüm dünyaya yayılamaz.”
Sözlerini şöyle tamamladı Gılgamış: “Ancak yaşamım sona ermeden önce bir ad bırakmak istiyorum. Canlılar ülkesine girmek ve Sedir Dağı’na tırmanmak istiyorum. Gelecek kuşaklar geçmişin ünlü adlarını andıklarında, o adların arasında benimkinin de olmasını istiyorum. Göksel tanrıların adlarını da yanımda getireceğim ki sizin adlarınız da anımsansın.”
Şamaş, Gılgamış’ın sözlerini duydu ve gözyaşlarını kutsal bir kurban olarak kabul etti. Işık saçan tanrı, Gılgamış’ın insan kaderi yüzünden ona acıdı. Gılgamış’a “Humbaba’ya karşı senin bağlaşığın olacağım; diliyle zehirleyen yılanı, ateşiyle kavuran ejderhayı, ülkeyi mahveden tufanı ve yenilmez yıldırımları, dağdaki mağaralara hapsedeceğim. Maceran boyunca sana dert çıkaramayacaklar.”
Gılgamış Şamaş’ın sözlerini duyunca kalbi mutlulukla doldu. Uruk’un İleri gelenlerini toplantıya çağırdı ve onlara planını anlattı. Coşkusu onları ikna edememişti.
Krallarına, “Genç ruhun kalbini dolduruyor Gılgamış, ancak o ruh yaptığın şeye karşı seni körleştirmiş. Öğüdümüzü dinle, Sedir Ormanı’nın 30.000 milkarelik bir alana yayıldığını duyduk. İnsanlar arasında hangisi oraya girecek kadar yiğittir? Duyuyoruz ki Humbaba kendisinden korkulacak bir yaratıkmış. Hangi insan onun silahlarına karşı koyabilir? Canavar tıpkı tufanda kabaran bir nehir gibi kükrüyor ve ateşten nefesi ölüm getiriyor” dediler.
“Neden böyle bir düşmanla karşılaşmak istiyorsun?” diye sordular. “Daha eşitsiz bir mücadele seçemezdin! Ama eğer seni kararını değiştirmeye ikna edemezsek o zaman hayır dualarımızla git. Tanrın Şamaş seni korusun ve seni sağlam surlu Uruk’a sağ salim geri getirsin!”
Gılgamış ışık saçarı Şamaş’ın önünde diz çöktü. Ellerini dua etmek için kaldırdı ve şöyle dedi: “Göksel Şamaş, ben yola çıkıyorum. Ruhumu koru. Beni koru ve Uruk’a güvenli bir şekilde dönmemi sağla. Daha önce hiç görmediğim bir yere gidiyorum. Kalbimde neşeyle yürümek istiyorum.
Gılgamış sonra bazı yurttaşlarını askere aldı. “Ailesinden sorumlu olanlar evde kalsın” diye emretti. “Annesinden sorumlu olan onunla kalsın! Ama eğer yalnız bir erkekseniz ve kahramanlık maceralarının en büyüğünde bana katılmak isterseniz, içinizden elli kişiyi, Humbaba’nın Sedir Ormanı’nı koruduğu Canlılar ülkesine doğru benimle gelmeye davet ediyorum. Orada canavarı öldüreceğiz ve bütün kötülükleri ülkeden kovacağız.”
Uruk erkekleri Gılgamış’a itaat ettiler. Ailelerine bakanlar arkada kalırken elli genç, büyük macerada Gılgamış’a eşlik etmek için hazırlandı.
Gılgamış, metal dökümcülerine bütün arkadaşları için baltalar ve kılıçlar yanında, “kahramanlığın gücü” adını verdiği olağanüstü büyük bronz baltayı dökmelerini emretti. Sonra uşaklarına daha başka silahlar ve aletler yapmak için elma, şimşir ve söğüt ağaçlarından kereste kesmelerini emretti. Bütün maceracılar uygun şekilde donanınca Gılgamış’ın uşakları ona silahlarını getirdiler. Yayını, oklarla dolu sandığını, birtakım kesici ve şekillendirici aletleri verdiler ve baltası “kahramanlığın kudreti”ni ve kılıcını kemerine yerleştirdiler.
Grup yola çıkmak için hazır olduğunda insanlar bağırdılar: “Kentimize esenlikle dönün!”
Daha sonra büyükler Gılgamış’a son öğütlerini verdiler. “Gılgamış, sakın kendi gücüne çok fazla güvenme. Sedir Ormanı’na giden yolu bildiği ve savaşta deneyimli olduğu için Enkidu’nun önden gitmesine izin ver. Ormanda ve dağ geçitlerinde Enkidu’nun önden yürümesini sağla. Önde giden insan arkasından gelen arkadaşlarını korur, kendini ve sizi koruması için bırak gözleri her şeyi açıkça görsün.”
“Gece dinlenmeden, önce bir kuyu kazın ki kaplarınızdaki su her zaman taze kalsın. Işık saçan Şamaş’a soğuk su sunmayı ve baban Lugalbanda’yı onurlandırmayı asla unutmayın. Humbaba’yı öldürdükten sonra tanrıların istediği gibi ayaklarını yıkamayı da unutmamalısın.”
Büyükler sözlerini “Tanrın seninle olsun Gılgamış” diye tamamladılar. “Şamaş dualarınıza kulak versin, tıkanmış patikaları, kapanmış yollan ve korkunç dağları ayaklarınızın önüne sersin. Gece, korkacağınız hiçbir şey getirmesin. Baban seninle olsun ve seni korusun. Yaşa ve dileklerine kavuş.”
Sonra meclisteki büyükler, “Meclis olarak biz kralımızı sana emanet ediyoruz. Arkadaşını koru ve onu güvenlik içinde bize geri getir” diyerek Enkidu’ya seslendiler.
Yaşlı soylular meclisinin hayır dualarını aldıktan sonra Gılgamış, Enkidu’ya “Önce Şamaş’ın rahibesi annemi görmeye gidelim. Çok geniş bir bilgisi ve müthiş bir aklı olan büyük kraliçe Ninsun, bizi mutlaka kutsayarak gönderecektir” dedi.
İki arkadaş el ele Ninsun’un odasına girdiler. Gılgamış şöyle dedi: “Anne beni Sedir Ormanı’na doğru garip bir yola sürükleyecek ve Humbaba’nın evine götürecek büyük bir yolculuğa çıkmaya karar verdim. Bütün kötülükleri ülkeden kovmak amacıyla Humbaba’yı öldürmeye çalışacağım. Sonucu kesin olmayan bir savaşla karşılaşacağım. Hareket etmemden geri dönmeme kadar geçen her gün benim adıma Şamaş’a dua et, çünkü o da kötülüklerden nefret eder.”
Ninsun tören kıyafetini giydi, göğsüne bir süs yerleştirdi ve başına üç katlı tacını taktı. Merdiven basamaklarından sarayın tepesine kadar çıktı, çatının üzerinde durdu ve ışık saçan Şamaş’a güzel kokular sundu.
Ninsun ellerini güneş tanrısına kaldırarak bağırdı. “Bana neden Gılgamış gibi bir oğul verdin? Neden bu denli huzursuz bir kalp verdin? Ona böylesine garip bir yolculuk yaptırarak eline ne geçecek? Neden Sedir Ormanı’nda Humbaba ile karşılaşması gerekiyor?”
Daha sonra Ninsun dua etti: “Ey Şamaş, gidişinden dönüşüne kadar geçen her gün oğlumu korumanı rica ediyorum. Ve her günün sonunda sen dinlenmeye giderken oğlumu gecenin gözcülerine emanet et. Sen de kötülüklerden nefret edersin; ülkeden bütün kötülükleri defetmesi için güçlü Humbaba’yı öldürürken, onu Sedir Ormanı’nda koru.”
Daha sonra Ninsun her tarafı tütsüye boğdu ve Enkidu’ya seslendi: “Gılgamış gibi benim çocuğum değilsin güçlü Enkidu, fakat seni şimdi resmen evlat ediniyorum. Hayır dualarımla git ve Uruk’a güvenli bir şekilde dön.”
Post a Comment