ÇİVİ YAZISI: Bulunuşu ve çözülmesi
ÇİVİ YAZISI: Bulunuşu ve çözülmesi
Araştırmaların
başlangıcı
Mezopotamya
bölgesinin Batı dünyasında tanınması uzun yıllara dayanan birkaç aşamalı
çalışmanın ürünüdür. Önceleri yalnızca kutsal kitap Eski Ahit'te anlatılan bazı olaylar bilinmekteydi. Sonra
gezginlerin, maceracıların ve tüccarların anlatılan bunlara eklendi. 19.
yüzyılda Avrupa'nın büyük müzeleri için eser toplamak amacıyla ilk kazılar
yapıldı. Bunları çiviyazısının çözümü ve uygarlıkların keşfini sağlayan
bilimsel çalışmalar izledi.
Mezopotamya
ve çevresi hakkında 19. yüzyılın ilk
yarısına kadar edinilen bilgilerin çoğu, kutsal kitaplarda adı geçen kentlerin ve burada yaşanmış olayların
gerçeklerle tam olarak örtüşmeyen abartılı hikâyelerinden oluşmaktaydı. Örneğin
17. yüzyıl ortalarında Fransız kralının patronajı altında seyahat eden ve
özellikle değerli taşlarla ilgilenen Jean-Baptiste Tavernier Bağdat'ı hemen
hemen yüksek duvarlı bir Avrupa kenti gibi tanımlamıştı. Eski Ahit'te,
Yahudilerin sürgün edildiği yer olarak bilinen Babil, Batı'da çok popüler olmasına karşın, barbarlıkları ve yaptıkları
yağmalarla ünlenen Assurluların kentleri yeterince tanınmamakta, Sümer ve Akkad gibi diğer büyük
uygarlıkların ise adları bile anılmamaktaydı.
Batılı
ülkelerin 19. yüzyıl başlarında bölgeye gönderdikleri diplomatların amatör
birer arkeoloğa dönüşerek, taşınabilir eski eser bulabilmek amacıyla kazılara
başlamaları Mezopotamya tarihi bakımından bir dönüm noktası olmuştur. Bu
dönemde Büyük Britanya, henüz Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası olan Irak
ile ilk kez doğrudan politik ilişki kurdu. Bunun ilk adımları zaten daha erken
dönemde atılmıştı: 1783 yılında Doğu
Hindistan Şirketi (East Indian Company) Bağdat'ta sürekli bir acente açmış ve
yüzyıl sonlarına doğru üyelerinden, buldukları yazılı tabletleri İngiltere'ye
göndermelerini istemişti. Bu kanalla yüzlerce eser İngiltere'ye ulaşmıştı. Daha
sonra bu acente 1802 yılında konsolosluk haline dönüştürülmüştü. Buraya tayin
edilen görevlilerden ikisi Claudius James Rich ve Henry Creswicke Rawlinson
idi.
Mezopotamya'ya
giden diplomatların ilgisi Eski Ahit'ten bildikleri Assur ülkesinin başkentleri
üzerinde yoğunlaştı. Tümüyle toprakla kaplanmış kentlerin harabeleri bilimsel
endişe olmaksızın, yalnızca eser bulmaya yönelik
olarak kazılmaya başlandı. İlk küçük ölçekli kazı denemesi bir koleksiyoncu olan Rich tarafından
1820 yılında Ninive kentinin sitadeli Koyuncuk
‘ta gerçekleştirildi ve burada bulunan eser koleksiyonu 1825
yılında British Müzesi'ne ulaştı. Eserler arasında pişmiş topraktan yapılmış
silindir mühürler, çiviyazılı tabletler ve süs eşyaları gibi pek çok küçük buluntu
vardı.
Louvre
Müzesi adına Fransız Paul Emile Botta tarafından 1842'den sonra yapılan
kazılar, zengin ve anıtsal buluntuları bakımından daha dikkat çekiciydi. Botta
önce Ninive (Koyuncuk) arkasından da Horsabad'da (Dur-Şarrukin, 1843-44)
kazılar yaptı. Horsabad'da Sargon sarayının pek çok bölümünü ortaya çıkararak,
bulduğu eserleri inanılmaz güçlükler içinde, gemilerle ülkesine götürdü (1847).
Batta'nın Horsabad'daki çalışmalarını halefi Victor Place (1852-54) sürdürdü.
İngiliz
bilim adamı Austen Henry Layard ise Nimrud ( Kalhu) , Koyuncuk ve Kalat
Şergat'ı (Assur) araştırdı ( 1845-47) . Nimrud'da II. Aşurnasirpal'in Kuzeybatı
Sarayı ve çevresi ile Koyuncuk'ta Sennaherib Sarayı'nın kalıntılarını kazdı ve
çıkan eserleri yine British Müzesi'ne gönderdi. Layard'ın 1851'de hastalanıp
ülkesine dönmesinden sonra, doğa bilimci Henry Rawlinson ve Hormuzd Rassam
çalışmaları aynı müze adına yürüttüler. Aslen Musullu Hıristiyan bir ailenin
çocuğu olan ve İngiltere'de arkeoloji eğitimi alan Rassam, Assur kralı
Aşurbanipal'in sarayının avlanma sahnelerini ve meşhur kütüphanesini ortaya
çıkardı.
İngiliz
ve Fransız araştırmacıların kendi ulusal müzeleri adına yaptıkları kazılar
Avrupa'da büyük ilgi uyandırmaktaydı. Bu dönemde büyük problemlerle uğraşan Osmanlı Devleti ile çift olan
eserlerden birinin alınması koşuluyla yapılan anlaşmaya da pek uyulmuyor ve söz
konusu eserlerin çoğu yurt dışına götürülüyordu. Eserler Basra'ya sallarla taşınıyordu. Ancak yola çıkan konvoy bazen isyancı Arapların saldırısına
uğruyor ve eserlerin bir bölümü Dicle'nin sularına gömülüyordu. Bütün bu
zorluklara aldırmayan diplomat arkeologlar, Mezopotamya'dan ülkelerindeki büyük
müzelere en zengin koleksiyonları ulaştırmayı başardılar.
Çiviyazılı kil tabletler ve çözümleri
İlk kazılardan çıkan Assur eserleri Avrupa müzelerine ve özel
koleksiyonlara taşınırken, bunlar arasında bulunan kil tabletler üzerindeki
çiviyazısının çözümünde de önemli adımlar atılmaktaydı. Ancak binlerce yıl önce
terk edilen bu yazı sisteminin çözümü için bir anahtar gerekliydi. Çözüme katkı
sağlayacak anahtar yazıtlar, Irak'ta değil, İran'da bulundu. Karsten Niebuhr
adında bir araştırmacı 18. Yüzyıl sonlarında Kirmanşah yakınlarında bulunan ve Bisutun yazıtları olarak bilinen üç dilli (Eski Persçe,
Elamca ve Babilce) yazıtların kopyalarını
çıkartmıştı. 1802 yılında Alman dilbilimci G. F
Grotefend, Niebuhr'un kopyaları üzerinde çalışmaya başlayarak ilk başarılarını elde etti. Grotefend daha geç
Pehlevi yazıtlarında Pers krallarının "Büyük Kral " ve "Krallar Kralı "
unvaniarını kullandıklarını öğrenmişti.
Yazıdan yeniden gözden geçirerek araştırmasını ve yorumlarını sürdürdü. Sonuçta
söz konusu unvanları ve "filan filanın oğlu" tanımlamasını çıkardı.
Bu çözümleme tarihin babası Herodot'un adlarını günümüze taşıdığı, Pers
kralları Hystaspes oğlu Darius ve Darius oğlu Kserkses'e uyuyordu.
Grotefend
bilinenden hareketle bilinmeyeni çıkarmaya çalışarak alfabenin 12 sesinin değerini
de doğru olarak saptadı ama Göttingen Akademisi bu okumayı bilimsel bir çalışma
olarak kabul etmedi. Bu adımlardan habersiz olan başka araştırmacılar da benzer
sonuçlara varmışlardı. 1835'de teğmen Henry Rawlinson şahın kardeşine askeri danışman olarak Kirmanşah'a gitmiş; Bisutun
yazıtlarını yeniden kopya etmiş ve Persçe versiyonu üzerindeki çalışmalarda
Grotefend ile aynı sonuçlara ulaşmıştı. 1837'de
yazıtın iki paragrafının transkripsiyonunu Royal Asiatic Society'ye göndermiş ve
sonradan "çiviyazısının babası" unvanını elde etmişti. Eski Persçe yazıtın çözümünde atılan
bu adımlar, aynı metnin çevirisinin yazıldığı diğer dillerin de anlaşılmasında ve
çiviyazısının çözümlenmesinde anahtar rolü oynamıştır.
Çivi yazısının tam olarak çözülmesi için biraz daha
zaman geçmesi gerekiyordu. Londra’da bir "Asya Cemiyeti" kurulmuş ve
bu konuda faaliyetler göstermeye başlamıştır. Nihayet 1857 de yeni bulunan bir
Asur tableti bu cemiyet tarafından mühürlü zarflar içinde çözülmek üzere
birbirlerinden habersiz olarak Rawlinson, Talbot, Hinks ve Oppert isimli ilk
çivi yazı bilginlerine gönderildi. İade edilen zarflar bir komisyon huzurunda
açıldığı zaman, Akkadca’nın da keşfedilmiş olduğu görüldü: Zira dört cevap da
esas noktalarda birbirine uyuyordu. Böylece Asur kiralı Tiglatpileserin bir
kitabesi 1857 yılında Londra’da İngilizce olarak yayınlanmıştı.
Çalışmalar yoğun bir şekilde devam etti ve Ninivedeki
Asurbanipalin kütüphanesinde Asurlu katiplerin eski Sümerce metinleri
anlayabilmeleri için yazılmış "vocabulair" metinleri de bulundu. Bu
metinlerde Sümerce isimlerin karşısına Akkadca okunuşları yazılmıştı. Bunlar
sayesinde de Sümerce metinlerin çözülmesi kolaylaştı.
Kaynaklar
- - Çeşitli makale ve yayınlar
- - Prof. Dr. Kemalettin Köroğlu / “Eski Mezopotamya tarihi”
Post a Comment