Bir olay, bir kavram; Meditasyon!
Bir olay, bir kavram; Meditasyon!
O gün (11 Haziran 1963) bayraklarla süslü küçük bir turkuaz araba birkaç yüz keşiş ve rahibeden oluşan, dini özgürlük isteyen grubun başını çekiyordu. Keşişler şarkı söylüyorlardı. İnsanlar durup yürüyüşü izlediler, sonra işlerine döndüler. Kalabalık bir gün de kalabalık bir caddeydi. Ve bu noktada Budist protestoları yeni bir şey değildi.
Grup
Kamboçya konsolosluğunun önündeki kavşağa varınca durdu; kavşağın tüm trafiği
tıkanmıştı. Rahipler turkuaz arabanın çevresinde yarım daire biçiminde
oturdular; sessizce bakıyor ve bekliyorlardı. Arabadan üç keşiş çıktı. Biri
kavşağın merkezine yere bir yastık koydu.
İkinci
rahip, Thich Quang Duc adında daha
yaşlı bir adam yastığa gitti, lotus pozisyonunda oturdu, gözlerini yumdu ve meditasyon yapmaya başladı. Arabadaki
üçüncü keşiş bagajı açtı ve bir bidon benzin çıkardı, Quang Duc’un oturduğu
yere taşıdı ve başından aşağı benzini döktü; yaşlı adam yakıt içinde kaldı.
İnsanlar ağızlarını kapattılar. Bazıları yüzünü ve kokudan sulanmaya başlayan gözlerini
örttüler. Kalabalık kent kavşağına uğursuz bir sessizlik çökmüştü. Yayalar
durdu. Polis ne yaptığını unuttu. Havada bir ağırlık vardı. Önemli bir şey
olacaktı. Herkes bekliyordu.
Benzine
batmış entarisi ve ifadesiz yüzüyle Quang
Duc kısa bir dua etti, uzandı, bir kibrit aldı ve lotus pozisyonunu bozmadan
ya da gözlerini açmadan asfalta sürtüp kendini yaktı.
Anında
çevresinde bir ateş duvarı yükseldi; entarisi, bedeni yanmaya başladı, teni
simsiyah oldu. Yanmış et, yakıt ve dumandan oluşan iğrenç bir koku havayı
sardı. Kalabalıktakiler çığlıklar attı, çoğu dizlerinin üzerine çökerek
dengesini tümden yitirdi. Bazıları da taş kesmiş, şok içinde, olan bitenler nedeniyle
hareket edemez hale gelmişti.
Quang Duc yanarken tamamen hareketsiz
kaldı.
New
York Times’ın muhabiri David Halberstam sonra sahneyi şöyle betimlemişti: “Ağlayamayacak kadar şoke olmuştum; ne
düşünebiliyordum ne de not alıp soru sorabiliyordum… yanarken tek
bir kasını bile oynatmadı, bir ses çıkarmadı; duruşu çevresindeki ağlayan
insanlarınkiyle tam bir tezat içindeydi.”
Quang
Duc’un kendini yakışının haberi hemen yayıldı ve dünyadaki milyonlarca insanı
öfkelendirdi. O gece Başkan Diem radyodan ulusa hitap etti; olaydan çok
sarsılmış olduğu sesinden anlaşılıyordu. Budist liderlerle yeniden pazarlığa başlamak
ve barışçıl bir çözüm bulmak için ülkesine söz verdi.
Ama
çok geçti. Diem bu olayı toparlayamadı. Neyin nasıl değiştiğini söylemek zordu,
ama hava değişmişti ve sokaklar daha canlıydı. Bir kibrit çakışıyla ve bir
kamera sesiyle Diem’in ülke üzerindeki demir yumruğu zayıflamıştı ve bunu Diem
de dâhil herkes hissedebiliyordu.
Sonra
binlerce insan iktidara karşı ayaklanarak sokaklara döküldü. Askeri komutanlar
onun sözünü dinlememeye başladılar. Danışmanları ona karşı çıktı. Zamanla ABD
bile ona verdiği desteği haklı gösterememeye başladı. Başkan Kennedy, Diem’in
en üst düzey generallerinin onu görevden almasını onayladı.
Yanan
keşişin imgesi bir baraj duvarını yıkmıştı ve kısa sürede ortalığı sel bastı.
Birkaç
ay sonra Diem ve ailesi öldürüldüler. Quang
Duc’un ölümünün fotoğrafları sosyal medya diye bir şey yokken tüm dünyaya
yayıldı. İmge bir şekilde insani Rorschach (*)
testine dönüştü ve herkes bu imgede kendi değerlerini görüp bunları yansıtmak
için mücadeleye girişti. Rusya ve
Çin’deki
komünistler yandaşlarını Batı’nın kapitalist emparyalistlerine karşı harekete
geçirmek için bu fotoğrafları yayınladılar. Avrupa Doğu’daki vahşet için ayağa
kalktı. ABD’deki savaş karşıtı protestocular fotoğrafı Amerika’nın savaştaki
rolünü protesto etmek için kullandılar.
Muhafazakârlar
ise ABD müdahalesinin gerekliliğinin kanıtı olarak kullandılar. Başkan Kennedy
bile “tarihte hiçbir fotoğrafın dünyada bu kadar duy gu seline neden
olmadığını” söylemek zorunda kaldı.
Quang Duc’un kendini yakmasının fotoğrafı insanlarda ilksel ve evrensel
bir şeyi tetiklemişti. Bu politika ya da dinin ötesindeydi. Yaşanmış deneyimimizin
çok daha temel bir bileşenine dokunmuştu: inanılmaz derecede büyük acılara dayanabilme yetisi.
Ben bir yemekte bile birkaç dakikadan fazla hareketsiz oturamam. Bu adamsa canlı canlı yanmış ve kılını
kıpırdatmamıştı. Gözünü kırpmamıştı. Çığlık atmamıştı. Gülümsememiş,
ürpermemiş, ardında bırakmaya karar verdiği dünyaya son kez bakmak için
gözlerini açmamıştı.
Eyleminde
bir saflık vardı ve mutlak bir kararlılık gösterisiydi. Zihnin madde, iradenin
içgüdü üzerindeki gücünün son kertedeki örneğiydi bu.
Ve
ne kadar dehşet verici olursa olsun, bir şekilde…
ilham vericiydi.
2011’de
Nassim Taleb adını kendi koyduğu bir kavram hakkında yazdı: “Antikırılganlık”.
Taleb’e kalırsa bazı sistemlerin stres altında zayıflaması gibi, bazıları da
dış güçlerden kaynaklanan stres altında güç kazanıyordu.
Bir
vazo kırılgandır. Kolayca parçalanır. Klasik bankacılık sistemi kırılgandır,
politika ve ekonomideki beklenmedik bir kayma çökmesine neden olur. Belki kayınvalidenizle
ilişkiniz de kırılgandır; söylediğiniz her şey sövgülere ve dramlara neden
olacak şekilde patlamasına neden olur. Kırılgan sistemler ergen duygularının güzel
küçük sistemleri gibidir: Sürekli korunmaları gerekir.
Bir
de sağlam sistemler vardır. Bunlar değişime de dayanırlar. Bir vazo kırılganken
ve üfleseniz parçalanırken bir petrol varili son derece sağlamdır. Haftalarca
oraya buraya atar durursunuz ve hiçbir şey olmaz. Yine o eski petrol varilidir.
…
Kırılgan
ve antikırılgan; İnsan bedeni nasıl kullandığınıza bağlı olarak iki yöne de gidebilir.
Poponuzu kaldırır ve aktif olarak acıyı ararsanız beden antikırılgandır; bunun
anlamı siz ona yüklendikçe onun daha sağlam olacağıdır. İdman ve fiziksel
çalışmayla kaslarınızı ve kemik yoğunluğunuzu artırır, dolaşımınızı iyileştirir
ve gerçekten güzel bir popo sahibi olursunuz. Ama stresten ve ıstıraptan
kaçınırsanız (örneğin bütün gün koltukta yatıp TV izlerseniz) kaslarınız
zayıflar, kemikleriniz kırılganlaşır ve zayıflarsınız.
İnsan zihni de aynı prensiple çalışır. Nasıl kullandığınıza bağlı olarak kırılgan ya da
antikırılgan olabilir. Kaos ve düzensizlik zamanlarında zihnimiz bundan bir
anlam çıkarmaya çalışır; ilkeler oluşturur, zihinsel modeller yaratır, geçmişi
değerlendirir ve geleceği öngörür. Buna “öğrenme” denir ve bizi daha iyi yapar;
başarısızlık ve düzensizlikten kazanmamıza olanak verir.
Ama
ıstıraptan, stres, kaos, trajedi ve düzensizlikten kaçınırsak zayıflarız.
Gündelik engellere toleransımız azalır ve hayatımız dünyanın bir kerede başa
çıkabildiğimiz küçük bir parçasına sıkışır.
Çünkü ıstırap evrensel sabittir. Hayatınız ne kadar “iyileşse” ya da “kötüleşse” de ıstırap
her zaman olacaktır. Ve zamanla yönetilebilir hale gelecektir. Soru, tek soru
buna razı olup olmamanızdır. Istıraba razı mı olacaksınız, yoksa ondan kaçınacak
mısınız? Kırılganlığı mı, antikırılganlığı mı seçeceksiniz?
Yaptığınız
ve olduğunuz, özen gösterdiğiniz her şey bu seçimin bir yansımasıdır:
ilişkileriniz, sağlığınız, işteki sonuçlarınız, duygusal dengeniz,
bütünlüğünüz, içinde yaşadığınız topluma angajmanınız, hayat deneyimleriniz, kendinize
güveninizin ve cesaretinizin derinliği, saygı duyma, güvenme, bağışlama, takdir
etme, dinleme, öğrenme ve şefkat duyma yetiniz.
Bunlardan
herhangi biri hayatınızda kırılgansa bunun nedeni acıdan kaçınmayı seçmiş olmanızdır. Haz, arzu ve kendini tatmin
etme çocuksu değerlerini seçmişsiniz demektir.
Bir kültür olarak acıya toleransımız
hızla azalmaktadır. Bu azalma bize daha fazla mutluluk
getirmekte başarısız olmasının yanı sıra büyük miktarlarda duygusal kırılganlık
yaratır ve her şeyin bu kadar kötü görünmesinin nedeni de budur.
Bu
beni Thich Quang Duc’un kendini ateşe vermesine ve alevlerin içinde bir patron
gibi oturmasına geri getirir. Çoğu modern Batılı meditasyonu bir rahatlama tekniği
olarak bilir.
Yoga
pantolonunuzu giyer, sıcak ve minderlerle dolu bir odada on dakika oturur,
telefonunuzdan size iyi olduğunuzu, her şeyin iyi, her şeyin harika olduğunu,
yüreğinizin sesini izlemenizi… vs.vs.vs. söyleyen yatıştırıcı bir sesi dinlersiniz.
Ama
gerçek Budist
meditasyonu insanın kendini hoş uygulamalarla
rahatlatmasından çok daha yoğundur. Yoğun meditasyon sessizce ve merhametsizce oturup kendinizi izlemenizi
gerektirir. İdealinde her düşünce, her yargı, her eğilim, her kımıldama, duygu,
varsayım izi zihin gözünüzün önünden geçerek yakalanır, kabul edilir ve boşluğa
geri bırakılır. İşin kötüsü de bunun sonu yoktur. İnsanlar sık sık meditasyonda
“iyi olmadıklarından” sızlanırlar. İyi olmak diye bir şey yoktur. Tüm mesele de
budur. Meditasyonda berbat olmanız
gerekir. Bunu kabul etmeli, kucaklamalı ve sevmelisiniz.
İnsan
yeterince uzun süre meditasyon yaparsa her türlü şey ortaya çıkar: tuhaf
fanteziler ve onlarca yıllık pişmanlıklar, tuhaf cinsel dürtüler ve inanılmaz bir
sıkıntı, ezici yalıtılmışlık ve yalnızlık duyguları. Ve bunları da gözlemek, kabul etmek ve bırakmak gerekir.
Bunlar da geçecektir.
Meditasyon; merkezinde bir antikırılganlık pratiğidir: Zihninizi
gözlemeye ve ıstırabın bitmeyen girdabını ve akışını tutmaya, “benliği” bu
girdaba kaptırmamaya eğitirsiniz. Bu nedenle görünüşte son derece basit olan
bir şeyde herkes bu kadar berbattır. Neticede bir minderin üzerinde oturur ve gözlerinizi
yumarsınız. Ne kadar zor olabilir ki? Böyle
oturacak,
meditasyon yapacak ve orada kalacak cesareti bulmak neden bu kadar zordur?
Kolay olması gerekirken herkes bunu
yapmakta son derece başarısızdır.
İnsanların
çoğu bir çocuğun ev ödevlerinden kaçındığı gibi meditasyondan kaçınır. Çünkü meditasyonun
gerçekte ne olduğunu bilirler: ıstırabınızla
yüzleşmek, tüm dehşeti ve zaferleriyle zihninizin ve yüreğinizin içini
gözlemek.
Ben
genellikle bir saat meditasyon yaptıktan sonra vazgeçerim ve tüm yapabildiğim
iki günlük sessizlik inzivasıdır. Bunun sonunda zihnim pratik olarak dışarıya gitmem
ve oynamam için bağırır. Bu uzunlukta tefekkür tuhaf bir deneyimdir: ıstırap
verecek bir sıkıntıyla zihniniz üzerindeki herhangi bir kontrolünüzün sadece bir
illüzyondan ibaret olduğunu fark etmenin dehşeti. Buna bir de
rahatsızlık verici duyguları ve anıları eklerseniz (belki bir iki çocukluk travması)
gerçekten çok boktan bir şeye dönüşebilir.
Şimdi
bunu her gün, tüm gün boyunca altmış yıl yaptığınızı düşünün. İçinizdeki işaret
ışığının çelik gibi odaklanışını ve yoğun çözülüşünü düşünün. Kendi
antikırılganlığınızı hayal edin.
Thich Quang Duc hakkında son derece çarpıcı olan, politik bir protestoda
kendini yakması değildir (gerçi bu da son derece çarpıcıdır). Asıl çarpıcı olan
bunu yapış şeklidir: hareketsiz.
Sükûnetle.
Huzurlu.
Buda; ıstırabın iki
okla birden vurulmak gibi olduğunu söyler.
İlk ok fiziksel acıdır – tene batan
metal, bedene çarpan güç. İkinci ok zihinsel
acıdır; vurulmamıza atfettiğimiz anlam ve duygu; olanı hak edip
etmediğimize ilişkin aklımız da dönüp duran anlatı. Genellikle zihinsel
ıstırabımız herhangi bir fiziksel ıstıraptan çok daha kötüdür. Ve genellikle
daha uzun sürer.
Buda’ya
kalırsa meditasyon pratiği aracılığıyla kendimizi sadece ilk okla vurulmaya
eğitebilirsek kendimizi herhangi bir zihinsel ya da duygusal acı karşısında
yenilmez kılabiliriz.
Yeterince
odaklanma pratiği sayesinde, yeterince antikırılganlık ile bir hakaretin
duygusu, teninizi delip geçen bir nesne ya da bedeninizi ateş içinde bırakan
bidonlarca benzin vızıldayarak yüzünüzden geçen bir sinekle aynı geçici duyguyu
yaratacaktır.
Istırap
kaçınılmazken acı çekmek her zaman bir seçimdir. Deneyimlediğimiz şeyle onu
nasıl yorumladığımız arasında her zaman bir ayrım vardır.
Hisseden
beynimizin hissettiğiyle düşünen beynimizin düşündüğü arasında her zaman bir
boşluk vardır. Ve bu boşlukta her şeye dayanabilecek gücü bulabilirsiniz.
Alıntılanan Kitap: HER ŞEY BOKTAN Yazar: MARK MANSON
(*) Rorschach testi (Rorschach mürekkep lekesi testi, Rorschach tekniği, mürekkep lekesi testi olarak da bilinir), deneklerin algılarını mürekkep lekelerini kullanarak analiz eden psikolojik bir testtir. Bazı psikologlar, bir kişinin kişilik özellikleri ve duygusal işleyişini incelemek için bu testi kullanır. Özellikle hastalar kendi düşünme süreçlerini açıkça anlatmak için isteksiz olduğu durumlarda altta yatan düşünce bozukluğu tespit etmek için kullanılır. Test ismini yaratıcısı İsviçreli psikiyatrist Hermann Rorschach'dan almıştır.
Rorschach testi 1960'lı yıllarda en yaygın kullanılan projektif testtir. ABD'de ulusal bir araştırmada Rorschach testi ayaktan tedavide ruh sağlığı tesislerinde kullanılan psikolojik testler arasında sekizinci sırada yer aldı ve Kişilik Değerlendirme Derneği üyeleri tarafından ikinci en yaygın olarak kullanılan test bulundu. Adli tıp değerlendirmesi vakalarında da psikiyatristler tarafından % 25 oranında istenmiştir.
--- https://tr.wikipedia.org/wiki/Rorschach_testi ---
Post a Comment