Header Ads

GILGAMIŞ DESTANI -tümü- ( 2/4 )

GILGAMIŞ DESTANI -tümü- ( 2/4 )


ÜÇÜNCÜ TABLET
Yaşlılar Gılgamış'a çok saygı gösterdiler. Yol hakkında ona öğüt verdiler:
"Gılgamış, gücüne güvenmemelisin. Onu bırak yoluna gitsin, sen kendi kendini koru. O orada keçi yolunu bilir; arkadaşı kollar; Engidu orada senden önde gitsin. O, yolu gördü, yoldan geçti, Ormana giden yoldan, dağların geçidinden. O, Humbaba'nın bütün gizli yollarından geçti. Böylece önde giden arkadaşını korur. Onu bırak yoluna gitsin, sen kendi kendini koru. Şamaş seni dileğine kavuştursun. İşittiklerini sana gözlerinle göstersin! O, sana kapalı olan yolu açsın! Yolu senin adımına açsın! Dağı senin ayağına açsın! Seni hoşnut eden şeyi, gecen sana getirsin [44 Düşte bildirsin].

Lugalbanda [45 Gılgamış'ın koruyucu tanrısı (Prof. Landsberger)] başarıda sana yardım etsin. Bir çocuk gibi başarına kavuş! Humbaba'nın, kıyısında uğraşacağın ırmağında ayaklarını yıka! Akşam molanda bir kuyu kaz. Kırbanda [46 Su taşımağa yarar tulum] her zaman temiz su bulunsun. Samaş'a soğuk su sun. Her zaman Lugalbanda'yı anımsa!

Engidu arkadaşı, yoldaşı korusun. (anlaşılmaz bir sözcük) ... kadar kendisi getirsin. Hepimiz birden kralı sana teslim ediyoruz; sen de yurda dönerken kralı bize teslim et!"

Engidu ağzını açıp Gılgamış'a dedi:
"Sen karar verdin, artık yürü. Yüreğin korkusuz olsun. Yalnızca bana bak! Hasmın oturduğu yeri, Humbaba'nın üzerinde dolaştığı yolları, iyi biliyorum. Yola çıkmamızı buyur, onlardan [47 yaşlılardan], buradan ayrıl!"

Gılgamış, ağzını açıp Uruk'un yaşlılarına dedi:
(Dört satır eksik).

"Size söylediklerimi, benimle gidecek olan Engidu'yla birlikte yapacağım. Öğütlerinizi sevinerek gönülden dinledim."

Yaşlılar onun bu sözlerini dinledikten sonra, yiğitlere yol açtılar;
"Yürü Gılgamış, işin uğurlu olsun! Koruyucu tanrın yanında gitsin, o seni başarıya erdirsin:"

Gılgamış, ağzını açıp Engidu'ya dedi: "Gel arkadaşım, büyük saraya gidelim. Büyük kraliçe Ninsun'un huzuruna. Ninsun'un vereceği akıllıca öğüt, ayaklarımıza doğru yolu gösterir."

Gılgamış'la Engidu, elele verip büyük saraya, büyük kraliçe Ninsun'un huzuruna çıktılar. Gılgamış çıktı ve Ninsun'un yanına girdi: "Ninsun ben güçlendim; yeni bir şey başarmak istiyorum: Humbaba'nın yanına, uzak bir yola yürüyeceğim. Bilmediğim bir savaşa atılıyorum, bilmediğim bir yola çıkıyorum. Benim gidip geri dönmem, katran ormanına varmam, ejder Humbaba'yı öldürmem, Şamaş'ın nefret ettiği o belayı ülkeden temizlemem için gereken zamanı, benim hesabıma Şamaş'tan dile. Onu öldürüp katran ağacını ben devirince, ülkenin yukarısında, aşağısında barış olsun. Utku belgisini senin önünde dikeyim."

Kraliçe Ninsun, oğlu Gılgamış'ın sözlerini acıyla dinledi:

(On dört satırlık boşluk).
Ninsun odasına girdi.
(Bir satır eksik).

O, bedenine yaraşan bir giysi giydi, göğsüne de yaraşan bir mücevher taktı. O, kemer ve krallık tacını koydu. Merdivene basıp damın üstüne çıktı. Kurban yerine çıkarak tütsü yapıp Şamaş'ın önüne koydu. Tütsüsünü yakıp Şamaş'ın huzurunda kollarını kaldırdı:

"Neden oğlum Gılgamış'a coşkun bir yürek verdin, neden savaşa şimdi de o gitsin diye onu ileri ittin? Humbaba'nın yanına, uzak bir yol yürüyecek. O, bilmediği bir savaşa atılıyor, bilmediği yollarda yolculuk ediyor! Onun gidip geri dönmek, katran ormanına varmak, ejder Humbaba'yı yok etmek, senden nefret eden o kötüyü ülkeden temizlemek zamanını Gılgamış'ın yoluna baktığın günde, seni seven o nişanlı, Aya, sana anımsatsın! Onu gecelerin bekçilerine, yıldızlara, akşamları baban Aya da ısmarla" [48 Emanet etmek anlamında].

(On iki satırlık bir boşluktan sonra, aşağıdaki anlaşılması güç sözcükler geliyor):
O, tütsüyü söndürüp kötü ruhları dağıtma duasını okudu. Haber vermek için Engidu diye çağırdı." "Benim kucağımda yetişmeyen güçlü Engidu! Şimdi seni oğulluğa kabul ettim. Gılgamış'ın armağanları olan, büyük rahipler, tapınak kızları ve tapınım töreni hizmetçileriyle birlikte kabul ettim. Ninsun, Engidu'nun boynuna bir muska astı.

(84 satırlık bir boşluk).
Yaşlıların Engidu'ya ikinci seslenişleri:  "Engidu, arkadaşını kolla, yoldaşını koru, ...[49 Anlaşılmaz bir sözcük] Onu kendin getir! Hepimiz birden kralı sana teslim ediyoruz, sen de yurda dönerek kralı bize teslim et."
(Tabletin gerisi kırıktır).

DÖRDÜNCÜ TABLET
(Bu tabletin ilk dört buçuk sütunu -bütün tablet altı sütundan oluşmaktadır- herhalde kralın ve arkadaşının katran ormanına gidişlerinden söz ediyordu. Ama bu sütunlardan ancak kırık bir parça kalmıştır. Bu parça, ikisinin başından her gün geçenleri sık sık betimlemektedir.)

İki kez yirmi saatten sonra hafif bir yemek yediler. İki kez otuz saatten sonra kendi kendilerini akşam dinlenmesine çektiler. İki kez elli saati bütün bir günde yürüdüler. Bir ay üç günlük yolu üç günde kestirdiler. Akşam dinlenmesine bir kuyu kazdılar [50 Güneş tanrısına su sunmak için].

(Burada 200'den çok satır yitmiştir. Geri kalan parçada yineleme vardır. Bu yinelemeden anlaşıldığına göre, Gılgamış'la Engidu ormanın kapısına gelmişlerdir. Bir bekçi, Humbaba'nın diktiği kocaman kapıyı beklemektedir. Gılgamış'la Engidu, onunla başa çıkıp çıkmayacakları konusunda duraksamış olmalılar ki, Engidu ona şunları söylüyor.)

"Uruk'ta ne dediğini anımsa! Uruk'un çocuğu Gılgamış, sen öldürmek için yekin [51 Kalk, fırla, sıçra demek] onun üstüne var!" Ağzından çıkan sözleri duyar duymaz tam güveni arttı.

(Bundan sonraki belki Gılgamış'ın Engidu'ya söylediği sözlerdir.)
Onun savaşması ve bir de ormana dalıp bizden kaçmaması için hemen üstüne vardı. Hiçbir silah işlemesin diye, giyinmek için yedi savaş giysisi hazırladı. O anda yalnızca birini giydi, geri kalan altı kat giysiyi soyundu. Bunlar yerde ayaklarının altında kaldı.  Ormanın kapısında duran bekçiyi yakalamak için, huysuz, yabanıl bir boğa gibi ileri atıldı. O, birden bire bağırıp korkuya düştü. Ormanların bekçisi bağırıp çağırdı!

Çocuğun babasını çağırması gibi, Humbaba'yı çağırdı.
(Buradaki 22 satırlık boşlukta, belki her iki yiğidin bekçiyi zararsız duruma getirmiş olmaları ve Engidu'nun kapıyı nasıl açtığı anlatılmıştır. Bundan sonrası şöyledir.)

Engidu, konuşmak için ağzını açıp Gılgamış'a dedi:  "Biz ormana inmeyelim. Kapıyı açarken elim tutmaz oldu."
Gılgamış konuşmak için ağzını açıp Engidu'ya dedi:
"Biz şimdiye dek böyle üzüldük mü? Biz bütün dağları aşarak geldik. Bununla birlikte hedef karşımızda duruyor. Benim savaştan anlayan, savaş deneyimi olan arkadaşım, giysime dokunursan artık ölümden korkmazsın!

(İki satır çevrilememiştir.)
Elinin tutmazlığı gitsin! Vücudunun ağırlığı yok olsun! Arkadaşım, koluma asıl, birlikte inelim. Gönlün savaşa doysun! Ölümü unut, korkma! Kendisini koruyan adam, arkadaşını da sağ tutsun! İnsanlar ölünce kendilerine ad yaparlar!"
İkisi birden yeşil ormana vardılar. Konuşmaları kesildi, sessiz durdular.

BEŞİNCİ TABLET
Ormana gözlerini dikip baktılar. Katranların (sedirlerin) yüksekliğine şaştılar. Ormana girilen yola şaştılar. umbaba'nın geçtiği yerde bir ayak izi vardı. Yollar iyi bir durumdaydı. Büyük yol güzel yapılmıştı. Onlar katran ağacı dağını görüyor, tanrıların oturduğu yeri, İrnina'nın [52 İrnina, İştar'la (Babillilerin Venüs'ü) ilgili bir yakarıda İştar'la bir tutuluyor ve kendisine şöyle sesleniliyor: "Sen en güçlüsün, İgigilerin (yeryüzü tanrılarının) en büyüğü, sen kraliçesin. Kükreyen aslan, kızgın vahşi boğanın... (Sin'in Tanrısı) güçlü kızı, sana karşı duracak kimse yoktur." Buna göre, İrnina, gezegenlerin tanrıçası Venüs'tür (Schott)] yüksek tapınağını. Bu dağın önünde bir katran ağacı vardı. Bu, pek gürdü; gölgesi çok hoştu, sevinçle doluydu. Çalılar birbirine girmişti. Büyük ormanın ağaçları da birbirine girmişti.

(56 satırlık boşluk.)
İki yiğit Humbaba'yı beklediler, ama o gelmedi...
(6 satırlık boşluk.)

Engidu ağzını açıp Gılgamış'a dedi:
Humbaba'nın izini böyle bulabilir miyiz? Bırak bir biri arkasına düşler görelim.

(Üç satır eksik.)
Düşler üç kez görülmeli.

(26 satırlık boşluk. Bu boşlukta, Gılgamış'ın gördüğü birinci düş anlatılmıştır.)

Engidu, ağzını açıp Gılgamış'a dedi:
(İki satır eksik.)

"Düşün beni çok sevindirdi!"
Akşam dinlenmesine gitmek için birbirleriyle sözleştiler. Gece yarısı onun [53 Gılgamış'ın] uykusu kaçtı, düşünü

Engidu'ya anlattı:
"Arkadaş, nasıl? Sen beni uykumdan ne diye tedirgin ettin? Ben niçin uyanığım? Engidu, arkadaş, ben bir düş gördüm... Sen beni uykumdan tedirgin ettin? Ben niçin uyanığım? Birinci düşümün üstüne, ikinci düşüm göründü; derin dağ diplerinde duruyorduk, hemen dağ devrildi... Beni yere yıktı. Dağ ayaklarımı yakaladı ve onları bırakmadı. Biz onun karşısında küçük saz sinekleri gibi kaldık... Öyle aydınlıktı ki. Bana bir adam göründü. Ülkede en güzel oydu. Pek güzeldi. O beni dağın altından çekti, bana su içirdi [54 Demek, tehlike atlatana su içirmek göreneği o zaman da varmış]. Yüreğim ferahladı. Ayaklarımı yere değdirdi."

Kırda doğan Engidu, arkadaşına dedi, Engidu düşü yordu.
"Arkadaş, düşün güzeldir, pekiyi bir düştür. Arkadaş, gördüğün dağ Humbaba'dır. Humbaba'yı yakalayacağız; onu öldüreceğiz ve ölüsünü dışarı tarlaya atacağız. Yarın her şey sona erecek:"

İki kez yiımi saatten sonra hafif bir yemek yediler. İki kez otuz saatten sonra kendilerini dinlenmeye çektiler. Şamaş'ın önünde bir kuyu kazdılar. Ancak Gılgamış, dağa tırmandı ve ince ununu dağa serpti [55 Un, ruhların yerin altından çıkıp düş göstermeleri için serpilir. Bu ruhlar düşte görünürler].

"Dağ! Engidu için bana bir düş getir! Ona, Engidu'ya da bir işarette bulun!"
Dağ, Engidu için ona bir düş getirdi. Ona, Engidu'ya da bir işarette bulundu. Pek soğuk bir yel esti, bir fırtına gelip geçti. Fırtına Gılgamış'ı uyuttu. Gılgamış uyurken dağların yamaçlarında biten buğdaylar gibi bir yana devrildi ve Gılgamış'ın çenesi baldırına dayandı [56 Gılgamış, dağların yamaçlarında biten ve yeğin yellerin etkisiyle devrilip iki kat olan buğdaylara benzetiliyor. Bir buğday eğildiği zaman başağı nasıl köküne kadar dayanırsa Gılgamış'ın o anda büzülerek uyuduğunu anlatıyor]. İnsanlara gevşeklik veren uyku onun üstüne düştü. Uyandığı uykuyu bırakıp yukarı yürüdü, arkadaşına dedi:

"Arkadaş, beni çağırmadın mı? Niçin uyandım? Sen beni sarsmadın mı? Niçin korktum? Buradan bir tanrı geçmedi mi? Organlarım niçin titredi? Arkadaş, üçüncü bir düş gördüm ve gördüğüm düş çok ürkütücüydü; gök haykırdı, yeryüzü gürledi! Hava dinginleşti, karanlık çöktü. Bir yıldırım düştü. Bir yangın yükseldi. Duman koyulaştı. Ölüm yağdı. Yağan köz oldu; ateş söndü ve yukarıdan aşağı dökülen (köz olan ateş), küle döndü. Aşağı gel, tarlada konuşabiliriz."
Orada Engidu, onun kendisine anlattığı düşü duyunca Gılgamış'a dedi:

(Buradaki boşlukta, belki, Engidu'nun Gılgamış'ın gördüğü düşü övmesi ve sonra iki arkadaşın katranları devirmek için en son kararı vermeleri anlatılmaktadır).

O, eliyle baltayı yakaladı... bir tane de nacakları vardı: Engidu onu eline aldı ve katranları devirdi; ama Humbaba gürültüyü duyunca öfkelendi: "Kimdir o, dağlarımın çocukları olan ağaçların ırzına geçen? Kimdir o, katranı deviren?"

Bunun, üzerine göksel Şamaş, gökten onlara seslendi: "İleri gidin, korkmayın!"

(Yaklaşık 80 satırlık boşluk. Görünüşe göre, Gılgamış ve Engidu, Humbaba'yla yapacakları savaşım için Şamaş'tan öğüt istediler. Şamaş'ın verdiği olumsuz yanıt, burada anlatılmış olmalıdır. Çünkü metin şöyle sürüyor.)
...ve ondan sel gibi gözyaşları boşandı. Gılgamış göksel Şamaş'a dedi:

(İki satır eksik.)
Ancak ben, göksel Şamaş'a baş eğiyorum. Benim için gösterilen yoldan yürüdüm."

Göksel Şamaş, Gılgamış'ın yalvarmasını dinledi ve Humbaba'nın önüne büyük fırtınalar çıkardı: Büyük fırtına, poyraz, kasırga, kum fırtınası, bora fırtınası, kırağı fırtınası, rüzgâr, çam fırtınası! Ona karşı sekiz fırtına kalktı ve bunlar Humbaba'nın gözlerine savruldu. İleri gidemedi, geri dönmedi. Humbaba savaştan vazgeçti. Bunun üzerine Humbaba, Gılgamış'a seslendi: "Gılgamış, beni bırakmalısın! Sen benim efendim olmalısın, ben senin kölen olmalıyım. Ben sana dağlarımın çocukları olan ağaçları devireyim ve onlardan senin için evler yapayım."

Engidu, Gılgamış'a dedi: "Humbaba'nın dediklerini dinleme! Humbaba'yı öldürmelisin!"

(Bunu izleyen boşlukta, Humbaba'nın öldürülmesi ve iki yiğitin geri dönmesi anlatılmaktadır; tabletin son satırı belki şöyle tamamlanmaktadır.)
Gılgamış, Humbaba'nın kesilen başını sırığa dikti.

ALTINCI TABLET
Kirini yıkadı, silahlarını parlattı, başını sallayarak saçının tutamlarını arkaya attı. Kirli giysisini fırlatıp temizini giydi, savaş giysisini giyip beline işlemeli kemerini kuşandı. Gılgamış krallık tacını giyince, Gılgamış'ın güzelliği İştar'ın güzel gözlerini kamaştırdı:

"Gel Gılgamış! Benim güveyim ol! Bana meyveni armağan et [57 Cinsel anlamda], armağan etsene! Sen benim kocam ol, ben senin karın olayım! Sana altından ve lacivert taşından yapılmış koşu arabaları koşturayım! Tekerlekleri altın, boynuzları [58 Belki arabanın bir süsü] ayna gibi parlayan madenden olsun! Buna ruhlar, dev gibi katırlar koşulsun!

Sen evimize girince seni katran kokuları [59 Katran-sedir ağacı güzel kokar] karşılasın. Büyük rahipler ve soylular ayaklarını öpsünler! Krallar, büyükler ve beyler ayaklarının altına diz çöksünler! Dağların ve ülkelerin ürünlerini sana vergi olarak getirsinler!

Sana keçiler üçüz, koyunlar ikiz yavrulasın! Senin sıpan bir ester yüküyle koşsun! Arabanın önündeki atın, yarışta birinci olsun! Boyunduruktaki öküzlerinin eşi olmasın!"

Gılgamış, konuşmak için ağzını açıp görkemli İştar'a dedi:
"Seni ha! ... Seninle evlenirsem ne kazanacağım? Nasıl olsa kendimi yağlayacak yağım ve üstüme giyecek giysim var. Yiyecek ekmeğim ve azığım vardır, dahası, tanrılara yaraşır yemeğim, krallara özgü içkilerim bulunur!

(Bir satır eksik. Bundan sonraki parçada, Gılgamış, Tanrıça'yı şu biçimde aşağılıyor.)
... [60 Bu dört satır tam olmadığı için çeviride atlanmıştır]  

Sen, soğukta ısıtmayan bir örtüsün! Sen rüzgâra ve fırtınaya engel olmayan uydurma bir kapısın! Sen, üstüne örtüleni altında ezen bir fil derisisin! Sen, içinde toplantı yapan yiğitlerin üstüne çöken bir saraysın, sen taşıyıcısının üstünde eriyen bir ziftsin! Sen, taşıyıcısının üstünde boşalan bir kırbasın! Sen taş duvarı çatlatan bir kireçsin! Sen, düşman ülkesini çeken bir yemişsin [61 Yeşb de denen sert ve değerli bir taş]. Giyeni sıkan bir ayakkabısın!
Dostlarından hangisini sonsuz olarak sevdin? Çobanlarından hangisini sürekli olarak beğendin? Haydi, sevgililerinin adlarını sayayım!

(Bir satır eksik.)

Senin gençliğinin sevgilisi olan Tammuz'a [62 İştar'ın sevgilisi olan Tammuz, yazın ölen bitkilerle birlikte cehenneme gider; bütün ülkede bunun için yas törenleri yapılır. İştar iki ay sonra, onu cehennemden çıkarıp yeryüzüne getirir], yıldan yıla ağıtı yazgı kıldın. Sen, renkli çoban kuşunun aşkına düştün; ama ona da vurup kanadını kırdın; şimdi o, ormanlarda "kappi" [63 Yani "Kanadım" diyor (Prof. Landsberger)] diye bağırıp duruyor!

Sen, gücü üstün olan aslanın aşkına düştün; ama sonra ona yedi ve yedi tuzak çukurları kazdın. Sen, savaşa alışkın olan atın aşkına düştün; ama sonra ona kırbaç, bizlengiç ve kamçıyı yazgı kıldın; iki kez yedi saat koşmayı yazgı kıldın; ona suyu bulandırıp içirmeyi yazgı kıldın; anası Silili'ye sürekli yası yazgı kıldın!

Sen, koyun çobanının aşkına düştün; o, sana durmadan köz yığıp, günü gününe oğlaklar getirdi; ama sonra ona vurup kurda döndürdün, şimdi de kendi küçük çobanları onu kovalıyorlar; dahası, kendi köpekleri bacaklarını ısırıyorlar. Sonra sen, babanın hurma bahçıvanı olan İşullanu'nun aşkına düştün; o, sana durmadan bir sepet hurma getirip günü gününe sofranı donatırdı; ama sonra ona göz atarak yaklaştın: İşullanu'cığım.... [64 Burada ne olduğu anlaşılmayan bir yemekten söz edilmektedir. Belki İştar'ın çobana önerdiği aşk eğlenceleri de kaba bir biçimde anıştırılmış olabilir] yiyelim dedin.

(Bir satır çevrilememiştir.)

İşullanu şu yanıtı verdi: "Sen benden ne istiyorsun? Sanki anam benim için pişirmedi mi? Ne diye kokmuş, çürümüş yemekleri yiyecekmişim?.. öyle ekmek ki, kabuğu sazdan ve dikendendir." [65 Çobanın damak tadı olmadığından, İştar'ın sofrasındaki yemekleri beğenmeyip anasının yemeklerini arıyor]

(Bir satır eksik)
Sen onun söylediği bu sözleri duyduktan sonra, ona vurup onu ... [66 Hurma bahçelerinde yaşayan ve hurmalara zarar veren adı bilinmedik bir hayvana döndürmüştür] döndürdün ve bahçenin içine bıraktın.

(Bir satır çevrilememiştir.)
Şimdi beni seversen, beni de onlar gibi yaparsın."

O, İştar, bunu duyar duymaz öfkelendi; yukarıya gökyüzüne çıktı. İştar, babası Anu'nun huzuruna gitti. O, anası Antum'un huzuruna gitti ve dedi: "Babam! Gılgamış bana sövüyordu! Gılgamış bana kokmuş, çürümüş şeyleri saydı. Kokmuş, çürümüş şeyleri!"

Anu konuşmak için ağzını açıp görkemli İştar'a dedi:
"Önce sen kavgaya başlamadın mı ki? O, sana kokmuş şeyleri saydı. Kokmuş, çürümüş şeyleri!"
İştar, konuşmak için ağzını açıp babası Anu'ya dedi: "Babam, Gılgamış'ı öldürmesi için bana gökyüzünün boğasını ver!

(Bir satır eksik)
Fakat sen gökyüzünün boğasını bana vermezsen, o zaman ben, cehennemin kapılarını kırar, direklerini fırlatır, kapıları ardına dek açarım. Yaşayanları yemeleri için ölüleri kaldırırım. Dirileri yesinler diye. O zaman dünyada ölüler dirilerden çok olur!"

Anu, konuşmak için ağzını açıp görkemli İştar'a dedi:
"Kızım, benden istediğini yaparsam, yedi kavuz [67 İçi boş, özsüz buğdaya "kavuz" denir. "Kavuz yılları" sözüyle de kıtlık yılları anlatılıyor] yılları olur. İnsanlar için buğday biriktirdin mi? Hayvanlar için ot bitirdin mi?"

İştar, konuşmak için ağzını açıp babası Anu'ya dedi:
"Baba, insanlar için buğday yığdım, hayvanlar için de ot sağladım! Onların yedi kavuz yıllarında doymaları için insanlara buğday topladım; hayvanlara ot yetiştirdim."

(Üç satır eksik.)
Anu, onun bu sözünü doyunca, gökyüzünün boğasının zincirini İştar'ın eline teslim etti. O, boğayı yere indirmek için alıp aşağı götürdü ve onu Uruk ağılına sürdü.

(Bir satır eksik)
Gökyüzünün boğası korku salarak aşağı indi. O, birinci solumasında yüz kişi devirdi; iki yüz devirdi; üç yüz kişi...
İkinci solumasında yüz daha devirdi. İki yüz daha, üç yüz kişi daha.

O, üçüncü solumasıyla Engidu'ya saldırdı. O, Engidu'yu süseceği anda, Engidu gözetleyip, birdenbire boynuzlarını yakaladı. Hırsından gökyüzünün boğasının ağzından köpükler savruldu. Kuyruğunun kalın tarafıyla Engidu'ya çarpıp onu yere attı. Engidu, konuşmak için ağzını açıp Gılgamış'a dedi:
"Eskiden biz kendi kendimize övündük. Şimdi bunu gösterelim!"

(Dört satır eksik.)
Bunu nasıl yapacağımızı sana öğreteyim: Sen ve ben ayrılmalıyız, ben boğayı kuyruğundan yakalayayım.
(Üç satır eksik.)

Kılıcın, onun boğazıyla boynuzlarının arasına insin.

Engidu, Gökyüzünün boğasını tutmak için, kovalayıp sımsıkı kuyruğundan yakaladı. Engidu, onu iki eliyle tuttu ve Gılgamış, usta bir kasap gibi, kılıcını güçlü ve güvenli bir vuruşla onun boğazıyla boynuzlarının ortasına indirdi...
Onlar orada gökyüzünün boğasını öldürdükten sonra, yüreğini çıkarıp Şamaş'ın önüne koydular. Onlar Şamaş'ın huzurunda saygıyla eğilip geri çekildiler; sonra her iki kardeş oturdular.

İştar, Uruk duvarının üstüne çıkıp bir çığlık kopardı: "Yuh olsun Gılgamış'a! Beni rezil etti; Gökyüzünün boğasını öldürdü!" Engidu, İştar'ın bu sözünü duyunca, gökyüzünün boğasının budunu koparıp ona fırlattı:
"Seni elime geçirseydim, seni de böyle yapardım! Onun sakatatını [68 Hayvanların ciğer, barsak, işkembe gibi iç organları] koluna asardım!"

İştar, kadın sevgililerini, tapınağın hizmetçilerini ve orospuları başına toplayıp gökyüzünün boğasının budu için ağlayıp yakındı.

Gılgamış, bütün silahçı ustalarını çağırdı. Ustalar boynuzların kalınlığına şaştılar. Her boynuzun dökümü altmış okkalık lacivert taşındandı. Bu boynuzların kabuğu iki parmak kalınlığındaydı. Her ikisinin içi yedi kova yağ alıyordu. Gılgamış, bunları yağ koyması için, tanrısı Lugalbanda'ya [
69 Herkesin koruyucu bir tanrısı vardı] armağan etti. Bunları içeri götürdü. Tanrı sarayının içindeki kutsal yere astı. Fırat'ta ellerini yıkadıktan sonra el ele verip Uruk kentinin sokaklarından geçtiler. Uruk halkı onları görmek için toplandı. Gılgamış kendi saray cariyelerine şu sözleri söyledi:
"Erkekler arasında en görkemli olan kimdir? Yiğitler arasında en güçlü olan kimdir?"
"Erkekler arasında en görkemli olan Gılgamış'tır. Gılgamış, yiğitler arasında en güçlü olandır."

(Üç satır eksik)
Gılgamış, sarayında bir utku şenliği yaptı. Yiğitler, gece karanlığında rahatça uykuya daldılar. Engidu da uykuya daldı ve bir düş gördü. Sonra düşünü yorarak yukarı yürüdü ve arkadaşına dedi:


GILGAMIŞ DESTANI -tümü- ( 3/4 )
https://fethidemir.blogspot.com/2019/02/gilgamis-destani-tumu-34-yedinci-tablet.html
. GILGAMIŞ DESTANI -tümü- ( 1/4 )
https://fethidemir.blogspot.com/2019/02/gilgamis-destani-tumu-14.html

Sümer – Mısır bağlantısı

Sümer – Mısır bağlantısı Gebel el-Arak hançeri Paris’teki Louvre müzesi, 1916 yılında Hamamat vadisinin batısındaki Gebel el-Arak köyünde...

Tema resimleri 4x6 tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.