GILGAMIŞ DESTANI -tümü- ( 1/4 )
GILGAMIŞ DESTANI -tümü- ( 1/4 )
GILGAMIŞ DESTANI / Hasan Ali Yücel Klasikleri / Cumhuriyet yayınları
Çeviren: Muzaffer Ramazanoğlu
(Tüm dipnotlar, metnin içerisine alınmıştır F.D.)
.
ÖNSÖZ
Nipur'da Assurbanipal'ın kitaplığında ve Hititlerin
başkenti Boğazköy'de ele geçen Gılgamış destanı, eski doğu dünyasında
yüzyıllarca tanınmış, her yerde yankılar uyandırmış, insanlığın ilkyazın
örneklerinden biridir.
M.Ö. 2.000 civarında yazıldığı tahmin edilen, eski Doğu
dünyasının kültür dillerine çevrilmiş olan bu yapıt, bulunduğu andan bu yana,
Avrupa bilginleri arasında büyük bir ilgi uyandırmış, Almanca, İngilizce ve
Fransızca'ya çevrilmiştir. Bu üç dilde çeşitli çevirileri bulunan yapıtı,
ülkemizin yazın kültürü bakımından yararlı bulduğumdan, ben de Türkçe'ye
çevirdim. Dr. Albert Schott'un da birçok yerde yanıldığını sezdiğimden,
çeviriyi bitirdikten sonra, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi profesörlerinden
üstat Landsberger'e göstermeyi uygun buldum. Özellikle Sümerce, Babilce ve
Asurcadaki bilgisi ve yetkesi dünyaca bilinen sayın üstattan yapıtı özgün
metinle karşılaştırarak düzeltmesini rica ettiğimde, hiç duraksamadan, hemen
işe başlamamızı söyledi. Yapıtın elden geldiğince doğru ve asıl metne bağlı bir
çevirisini yapabilmek amacıyla üstat elinden geleni esirgemedi. Dahası, yapıtı
Schott'un çevirisini temel alarak, özgün metinden yeni baştan çevirdi. Değerli
zamanının çoğunu esirgemeyen üstat, yapılan çeviride destansal anlatıma bağlı
kalmamı, bana hep salık verdi. Ben de onun söylediklerine uyarak yapıtın
anlatımını elimden geldiğince değiştirmemeye çalıştım. Onun için okurlar
oldukça ilkel bir anlatımla karşılaşacaklardır. Üç bin yıldan uzun bir süre
önce yazıya geçirilen bir yapıtın anlatımının bugünkü anlatımdan ayrı
olacağını, çeviride doğallıkla daha ilkel bir anlatım kullanılması gerektiğini,
okurlar da elbette anlayacaklardır.
Prof. Landsberger, Gılgamış destanını özgün metinden
çevirmekle kalmamış; bunun birçok yerlerini açıkladığı gibi, ayrıca bir de
giriş yazmıştır. Böylece benim istediğimden çoğunu yaparak dileğimi yerine
getiren sayın profesöre teşekkürlerimi sunmayı bir görev bilirim.
Muzaffer
Ramazanoğlu
BİRİNCİ TABLET
Yerin dibindeki suyun kaynağını görenin öyküsünü dinle, yurdum! Dünyada her şeyi bilen adamın adını ünlendireyim: onun görmediği hiçbir şey yoktur. Dünyanın bütün bilgeliklerini bilip torunlarına bırakan bir adamdır. Gizleri görüp bunların perdesini yırtan bir adamdır. Tufandan önce olanın haberini getirdi. Uzun yoldan gelip yorgun düştü; ama gücünü yitirmedi. Bütün çektiklerini bir anıt taşına kazıdı.
Uruk'un dört bir yanına duvar çektirdi. Kutsal Eanna'nın [Savaş ve aşk tanrıçası İştar'ın
tapınağı] ve temiz hazinenin duvarına
bak! O duvar, didilmiş yünden örülen bir urgan gibidir. Onun köşe burçlarını da
gözden geçir! Onun eşini hiç kimse yapamaz. Ta öteden beri orada duran taş
merdivenden yol alıp İştar'ın oturduğu Eanna tapınağına yaklaş! Sonradan gelen
hiçbir kral onun eşini yapmadı.
Uruk duvarının üstüne çık! İleri yürü! Temeli gözden
geçir! Tuğla duvarı incele. Acaba bunun tuğlaları pişmiş [Pişmiş tuğla,
güneşte kurumuş tuğla olan kerpiçten daha değerliydi. Pişmiş tuğla öteki
tuğlaların kaplaması olarak kullanılırdı]
değil midir? Temeli yedi bilge kurmamış mıdır? [Bu yedi bilge, yerin altında bulunan tatlı su okyanusunun tanrısı Ea'nın
öğrencileridir. Bunlar yeryüzüne çıkıp insanoğluna bilim ve bilgelik
öğrettiler: Çok eski bir söylenceye göre de Sümer ülkesinin krallarıydılar].
(Burada 25 satır eksiklik vardır. Bu eksiklik Hititçe
yazmadan aşağıdaki biçimde tamamlanabilir.)
Ulu Tanrı Gılgamış'ı en yetkin biçime soktu. Bütün tanrılar, ona en iyi erdemleri vermek için birbirleriyle yarış ettiler. Güneş Tanrısı ona, erdemin en yükseğini, yeraltındaki tatlı su okyanusunun tanrısı Ea, bilgeliği bağışladı [6 Hititçe yazmadaki bu yerde, Etilerin iki baş tanrısından biri göğün Güneş Tanrısı, öteki de Fırtına Tanrısıdır. Burayı Babil mitolojisine, Babil anlayışına göre değiştirmeye çalıştık (Prof. Landsberger) ]. Büyük tanrılar Gılgamış'ı şu ölçüde yarattılar: Boyunun uzunluğu on bir endaze, göğsünün genişliği dokuz karış [7 Endaze: 60 cm; karış: aşağı yukarı20 cm].
(Gılgamış'ın bedeninin betimlemesini son yeni Babil
yazmasında korunmuş olan ufacık bir parçadan, aşağıdaki gibi tamamlamaya
çalışabiliriz.)
Adımlarının genişliği... idi. Sakalı yanaklarından aşağı
uzamıştı. Güzel bıyıkları vardı. Başındaki saçlar gürdü. Bedeni her bakımdan
ölçülüydü. Onda üçte iki tanrılık, üçte
bir insanlık vardı. Gövdesi pek iriydi.
(Altı satır eksik.)
Bütün ülkeleri dolaştıktan sonra Uruk kentine vardı. Uruk
caddelerinde kurumundan kafasını dik tutuyordu. Caddelerde yabanıl bir boğa
gibi böğürürdü. Eşsizdi. Silahları kalkıktı. İnsanlara dirlik vermemek için eli
durmazdı. Dirliksizliği yüzünden Uruk halkı gittikçe eksildi.
Gılgamış, oğulu babaya bırakmaz, gece gündüz kudurup sağa
sola çatardı. Gılgamış ağılı bol [8 Bizim hep
"ağılı bol Uruk" diye çevirdiğimiz tümce, daha doğru olarak,
"Koyun ağıllarının kenti olan Uruk" diye çevrilmeliydi. "Bol
ağıl" Uruk kentine göndermedir. Bu sıfat, Uruk'un Tanrıçası olan İştar'a
adanmış kutsal koyun sürülerini anıştırıyor]
Uruk'un ne biçim çobanıdır? [9 Gılgamış'ın
taşıdığı yüksek krallık niteliklerinden biri olan çobanlıkla, yaptığı zulüm
bağdaşmadığından, burada kendisiyle alay ediliyor].
Öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral, oğulu
babaya, sevileni sevene, kocayı karıya hiç bırakır mı?
Gılgamış'ın savaşçılarının kızları, erlerin karıları,
bundan ötürü tanrıların huzurunda ağlayıp sızlandılar. Bunların ağlayıp
sızlanmalarını tanrılar dinlediler. Gökyüzünün tanrıları da, Uruk kentinin baş
tanrısı Anu'ya başvurarak şöyle dediler:
"Sen, ipe gelmez, yabanıl, vahşi boğayı, Uruk halkını
tedirgin etmek için mi yarattın? Eşsizdir. Silahları kalkıktır. İnsanlara
dirlik vermemek için eli durmaz. Gılgamış, oğulu babaya bırakmaz. Gece gündüz
kudurup sağa sola çatar. Gılgamış ağılı bol Uruk'un ne biçim çobanıdır?"
Öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral oğulu
babaya, sevileni sevene, kocayı karıya hiç bırakır mı?
Gılgamış'ın savaşçılarının kızları, erlerinin karıları
bundan ötürü ağlayıp sızlandılar. Bunların ağlayıp, sızlanmalarını büyük Gök
Tanrısı dinledi. [10 Yakınmalar
doğrudan doğruya büyük tanrılara yapılmadığından, daha küçük tanrıların
aracılığına başvuruluyor, bunların aracılığıyla yapılan yakınmaları, ulu
tanrılar dinlemiş oluyor]
Büyük tanrıça Aruru [11 Büyük ana tanrıçalardan birinin adıdır] çağırıldı:
"Ey Aruru, sen büyük Anu'yu yarattın. Şimdi onun
rakibini yarat! O istediği denli Gılgamış'a karşı dursun. Bu iki yiğidin
birbirlerine karşı güçlerini ölçmelerinden Uruk şehri soluk alsın!"
Tanrıça Aruru bunu duyar duymaz Gök Tanrısının rakibini
kalbinde yarattı. Aruru ellerini yıkadı; bir parça çamur koparıp yazıya attı.
Ve yazıda yiğit Engidu'yu yarattı. Çamurdan yaratılan Engidu, demir gibi sertti
[12 Aruru, kendisinin eskiden yarattığı
Gök Tanrısı Anu'nun biçimini ruhunda canlandırıyor, sonra çamuru yazıya atarak
bir büyü yapıp, ruhunda canlandırdığı bu biçimi gerçekleştiriyor (Prof.
Landsberger)]. Bütün gövdesi kıllarla
kapkara olmuştu. Kadın gibi uzun saçları vardı. Saçının lüleleri tıpkı buğday
başağı gibi filizlenmişti.
O, insan ve kent yüzü görmemişti. Üzerinde, yazının
hayvanları gibi bir giysi vardı. Bu durumda ceylanlarla ot yiyor, yabanıl hayvanlarla
itişe kakışa suvata [13 Suvat:
hayvanların sürekli su içebildikleri bir su kıyısındaki, en çok da ırmak
kıyısındaki düzlük yer]
iniyor; suyun kalabalığıyla [14 Çok su içiyor
olsa gerek (?)] gönlü açılıyordu.
Günün birinde suvatın karşı yakasında bir avcıya, bir
tuzak kurana [15 Avcı tuzak ya
da kapan kurduğuna göre, yanındaki hayvanların, bu tuzak ya da kapana bağladığı
hayvanlar olması gerekir. Çünkü avlanacak hayvanlar ne türdense, o tür ya da
başka tür hayvanlardan biri kapanın ve tuzağın yanına bağlanır] rasgeldi. Birinci, gün, ikinci gün ve üçüncü gün suvatın
karşısında ona rastladı. Onu gören avcının yüzü dondu; hayvanlarıyla olduğu
yerde saklandı; korkudan titremeye tutuldu; sesi soluğu kesildi, içini sıkıntı
bastı; çehresini bulut kapladı; gönlünü gam, üzünç sardı; yüzü uzun yolculuk
yapan bir yolcunun yüzüne döndü.
Avcı, konuşmak için ağzını açıp babasına dedi:
"Baba, dağdan bir adam geldi. Bu yörenin en güçlüsüdür.
Gökten inen yoğun cevhere [16 Biz bunu,
yoğun bir cevher olan göktaşı olarak yorumluyoruz. Bu, en büyük gücün
simgesidir] benzer. Gücü büyüktür, hep
dağda dolaşıyor. Her zaman yabanıl hayvanlarla ot yiyor. Ayağı suvatın karşı
yakasından hiç eksilmiyor. Korkudan ona yaklaşamıyorum. Açtığım çukurları [17 tuzakları] doldurdu. Gerdiğim ağları yerden koparıp çıkardı. Kırın
kalabalığını [18 Yabanıl
hayvanları (Prof. Landsberger)],
avı elimden kaçırıyor, kırdaki işime engel oluyor."
Babası konuşmak için ağzını açıp avcıya dedi:
"Biliyor musun oğlum, Gılgamış Uruk'ta oturuyor. Onu
yenecek kimse yoktur. Gökten inen yoğun cevhere benzer. Gücü büyüktür. Ona,
krala yüzünü dön! Güçlü adam hakkında ona bilgi ver. O sana bir fahişe versin.
Onu kıra götür. O kadın, bu adamı orada, güçlü bir adam gibi yensin. Yabanıl
hayvanlar suvata yaklaştıklarında, o kadın giysisini atsın ve o da zevke
dalsın.
Kadını görür görmez, ona yaklaşacaktır: Fakat kırlarda
onunla birlikte yürüyen hayvanlar, onu yadsıyacaklardır."
Babasının öğüdü üzerine kalkıp, avcı yaya olarak
Gılgamış'a gitti. Yolunu tuttu, Uruk'un ortasında durdu:
"Gılgamış, beni dinle ve bana öğüt ver! Dağdan bir adam geldi. Bu, ülkenin en güçlü adamıdır. Gökten inen yoğun cevhere benzer; gücü büyüktür. Her zaman dağda dolaşıyor, hep yabanıl hayvanlarla ot yiyor, ayağı suvatın karşı yakasından hiç eksilmiyor. Korkudan ona yaklaşamıyorum. Açtığım çukurları doldurdu. Gerdiğim ağları yerden çıkarıp kopardı... Kırın kalabalığını, avı elimden kaçırıyordu. Kırdaki işime engel oluyordu!
"Gılgamış, beni dinle ve bana öğüt ver! Dağdan bir adam geldi. Bu, ülkenin en güçlü adamıdır. Gökten inen yoğun cevhere benzer; gücü büyüktür. Her zaman dağda dolaşıyor, hep yabanıl hayvanlarla ot yiyor, ayağı suvatın karşı yakasından hiç eksilmiyor. Korkudan ona yaklaşamıyorum. Açtığım çukurları doldurdu. Gerdiğim ağları yerden çıkarıp kopardı... Kırın kalabalığını, avı elimden kaçırıyordu. Kırdaki işime engel oluyordu!
Gılgamış, ona, avcıya dedi:
"Ey avcı, git; yanında bir fahişe, bir orospu görür! Yabanıl hayvanlar suvata yaklaştıklarında, kadın, giysisini atıp şehvetini kabartsın; kırlarda onunla büyüyen hayvanlar, onu yadsıyacaklardır."
"Ey avcı, git; yanında bir fahişe, bir orospu görür! Yabanıl hayvanlar suvata yaklaştıklarında, kadın, giysisini atıp şehvetini kabartsın; kırlarda onunla büyüyen hayvanlar, onu yadsıyacaklardır."
Avcı gidip yanına bir fahişe, bir orospu aldı. Bunlar
doğru gidecekleri yerin yolunu tuttular. Üçüncü günde belli yere vardılar. Avcı
ve fahişe yerlerine oturdular. Bir gün, iki gün suvatın karşısında beklediler.
Hayvanlar gelip suvatta su içtiler. Su kalabalığı geldi [19 Belki içtiği bol su] ve yüreği rahatladı.
Ne de olsa Engidu, dağda yaşadığı için, ceylanlarla ot
yiyor, su kalabalığıyla yüreği rahatlıyordu. Orospu bunu, bu yabanıl adamı,
kırda dolaşan bu cellat [20 Çevik, yiğit,
açıkgöz, yaramaz anlamlarına gelir. Adam boynu vuran cellatla bir ilgisi
bulunma olasılığı da vardır]
herifi görür.
"Orospu! İşte budur. Göğsünü gevşet, kucağını zevkine
aç, dalsın! Korkma! Onun saldırısını karşıla. Bir kez seni görür görmez sana
yaklaşacaktır. Üstünde yatması için giysini aç. O yabanıla kadınlık becerini
göster: Kırlarda onunla büyüyen hayvanlar onu yadsıyacaklardır. Onun tutkusu [21 Burada "addeğişimi"
(metonomasie) vardır (Prof. Landsberger)]
senin üstünde zevke doyamayacaktır."
Orospu, göğsünü gevşetti. Kucağını açtı. Ve o, kadının zevkine daldı. Kadın korkmadı. Onun saldırısını karşıladı. Üstünde yatması için giysisini açtı. Yabanıl adama kadınlık becerisini gösterdi. Onun tutkusu kadının üstünde zevke doymadı.
Engidu, altı gün, yedi gece uyanık kalarak orospuyla Allah'ın emri oldu [22 "Allah'ın emri olmak" deyimi, cinsel ilişkide bulunmak ve yatmak sözcüklerinin karşılığıdır. Halk dilinde çok kullanıldığından bunu ötekilere yeğledim. Özgün metinde de yasal ilişkide bulunmuşlar gibi görülmektedir].
...[23 Dr. Albert
Schott'un çevirisine koyduğu eski Babil yazmasına ait 45'inci satırın, anlam
bütünlüğünü bozması nedeniyle çevirmedim. Prof. Landsberger bu satırı çıkarmamı
salık verdi]
Engidu'yu gören ceylanlar mertleyip [24 Ceylanların, geyiklerin, yağmurcaların birdenbire sıçramalarına "mertlemek" denir] kaçtılar. Artık kırın hayvanları onun yanından uzaklaştılar. Hayvanların ondan uzaklaştığı sırada, Engidu, bedeni bağlanmış gibi ürperdi. Dizleri tutmadı. Engidu zayıf düştü. Yürüyüşü eskisi gibi değildi.
Sonra aklı başına geldi; işi anladı. Geri dönüp orospunun
dizlerine oturdu, onun yüzüne bakarak sözlerine kulak verdi.
Orospu ona, Engidu'ya dedi:
"Engidu sen bilgesin, sen bir tanrı gibisin! Neden bu kalabalıkla kırda dolaşıyorsun? Gel, seni Uruk'a; Anu'nun, İştar'ın evi olan görkemli tapınağa götüreyim. Gılgamış'ın olduğu yere, gücü tam olan adamın, yabanıl boğa gibi insanlara zorbalık eden yiğidin yanına."
Orospu ona, Engidu'ya dedi:
"Engidu sen bilgesin, sen bir tanrı gibisin! Neden bu kalabalıkla kırda dolaşıyorsun? Gel, seni Uruk'a; Anu'nun, İştar'ın evi olan görkemli tapınağa götüreyim. Gılgamış'ın olduğu yere, gücü tam olan adamın, yabanıl boğa gibi insanlara zorbalık eden yiğidin yanına."
Fahişenin bu sözleri Engidu'nun hoşuna gitti; bilge gönlü bir arkadaşa gereksinim duydu. Engidu ona, orospuya dedi:
"Gel orospu, beni birlikte götür! Anu'nun, İştar'ın evi olan görkemli tapınağa; Gılgamış'ın olduğu yere, gücü tam olan adamın, yabanıl boğa gibi insanlara zorbalık eden yiğitin yanına. Ben ona meydan okumak istiyorum. Yiğit gibi konuşmak istiyorum. Uruk'a gidince Uruk'un yazgısını değiştiririm. Kırda doğanın gücü yamandır!"
"Gel, bırak gidelim. O, senin yüzünü görsün. Sana Gılgamış'ı göstereyim. Onun nerede olduğunu çok iyi biliyorum. Engidu, Uruk'a gel. Süslü kemerler kullanan insanların yanına! Her gün orada bir bayram kutlanır... Neşe yaratan genç oğlanların, görülmeye değer genç kızların oldukları yere: Zevk onlardadır; tam neşe içindedirler."
(Bir satır eksik.)
"Engidu, sana yaşamı seven, acıdan zevk alan Gılgamış'ı göstermek isterim. Onu gör, onun yüzüne bak: O, erkek güzelidir. Tam güçlüdür; senden güçlüdür. Gece gündüz dinlenmesi yoktur. Engidu, kıskançlığını bırak! Ona, Gılgamış'a, sevgiyi Şamaş [25 Güneş Tanrısı] gösterdi. Onun aklını düşüncesini Anu, Enlil ve Ea [26 En yüksek tanrılar] genişlettiler; sen o dağdan gelmezden önce, Gılgamış seni düşünde gördü; düşünü yorarak kalktı, anasına anlattı: "Aman ana, ben bu gece bir düş gördüm. Bütün gücümle adamların arasından geçip ileri gittim. Orada gökyüzünün yıldızları birdenbire yere döküldüler. Göktaşı gibi yukardan aşağı üstüme düştü. Onu kaldırmak istedim. Bana ağır geldi, kımıldatmak istedim, kımıldatamadım. Uruk halkı oraya toplandı. Erkekler onun ayaklarını öptüler ve ben, o bir karıymış gibi, üzerinde ondan zevk aldım [27 Burada Schott'un çevirisi, özgün metne göre değiştirilmiştir. Bu değişikliğin nedeni, burada eşcinsel ilişkiye değinilmesidir. Çünkü olay yanıltıcıdır. Destanı düzenleyen sanatçının anlattığı düş, sanatta gösterdiği en büyük özelliğidir. Sanatçı, Gılgamış'a kösnül bir düş gösteriyor; o da bu düşü, bir çocuk saflığıyla anasına anlatıyor. Bu örge, birinci düşte, destanın yalnızca en son yazmasında bulunuyor. Schott'un metniyse, en son yazma olan eski Babilce metinden çevrilmiştir (Prof. Landsberger)]. Orada kendi kendime zorladım. Onlar bana yardım ettiler. Onu kaldırdım ve sana getirdim."
Her şeyi öğrenen Gılgamış'ın anası, Gılgamış'a anlattı:
"Gılgamış, bu açık bir şeydir. Kırda sana benzer biri doğmuştur. Onu dağlar yetiştirmiştir. Senin onu görür görmez, bir karıymış gibi üzerinde ondan zevk aldığın adam, senden asla ayrılmayacaktır. Adamlar onun ayaklarını öpecektir. Sen onu kucaklayacaksın. Onu bana getireceksin! O, güçlü Engidu'dur. Dar zamanda arkadaşa yardım eden bir yoldaştır. Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. Gökten inen yoğun cevhere benzer. Gücü büyüktür. Senin, karı gibi, üstünde zevk aldığın o adam, senden hiç ayrılmayacaktır."
Gılgamış uyumak için yattı ve başka bir düş gördü. Anasına
anlattı:
"Aman ana, başka bir düş gördüm. Karışık şeyler gördüm. Uruk'ta yolun ortasında bir balta yatıyordu. Bunun çevresine toplanmışlar; halk da oraya zorluyordu. Bu baltanın görünüşü şaşırtıcıydı. Ona baktığımda sevindim. Onu severek, bir karıymış gibi, onun üzerinde ondan zevk aldım ve yanıma koydum."
"Aman ana, başka bir düş gördüm. Karışık şeyler gördüm. Uruk'ta yolun ortasında bir balta yatıyordu. Bunun çevresine toplanmışlar; halk da oraya zorluyordu. Bu baltanın görünüşü şaşırtıcıydı. Ona baktığımda sevindim. Onu severek, bir karıymış gibi, onun üzerinde ondan zevk aldım ve yanıma koydum."
Bilge, bütün bilimleri bilen Ninsun [28 Gılgamış'ın anası], oğluna dedi:
"Gılgamış, senin o adamı görmenin, o bir karıymış gibi onun üzerinde ondan zevk almanın anlamı, onu sana denk tutacağımı gösterir. Bu, yine güçlü Engidu'dur, dar zamanda arkadaşa yardım eden bir yoldaştır. Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. Gökten inen yoğun cevhere benzer, gücü büyüktür!"
"Gılgamış, senin o adamı görmenin, o bir karıymış gibi onun üzerinde ondan zevk almanın anlamı, onu sana denk tutacağımı gösterir. Bu, yine güçlü Engidu'dur, dar zamanda arkadaşa yardım eden bir yoldaştır. Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. Gökten inen yoğun cevhere benzer, gücü büyüktür!"
Gılgamış bir daha anasına dedi:
"Bu, bana büyük bir pay olarak düşsün! Bir arkadaş kazanmak isterim, bir yoldaş!"
(Bir satır eksik.)
Ve Gılgamış düşleri yordu.
"Gel bakalım, yaş yerden kalk!"
Fahişe böylece Engidu'ya anlattı. Hayvanların su içtikleri
yerde ikisi yalnız kalmışlardı.
İKİNCİ TABLET
Engidu fahişenin karşısına oturdu. O, onun sözcüklerini dinledi ve anlattıklarına kulak verdi. Kadının öğüdü yüreğine işledi. Kadın bir giysi çıkardı: Birini ona giydirdi, öbürünü kendisine alıkoydu; kadın onu bir ana gibi elinden tutup çobanların sofrasına, hayvanların ağılına götürdü. Onun, yurdu dağlar olan Engidu'nun, önceleri ceylanlarla ot yiyen adamın, kalabalığın sütünü emenin, şimdi önüne yemek koydular. O, utanarak gözünü dikiyor, bakıyordu. Engidu ekmek yemesini bilmiyor, içki içmesini anlamıyor!
Fahişe ağzını açıp Engidu'ya dedi:
"Engidu, ekmek ye! Bu, yaşamın koşuludur! İçki iç!
Bu, ülkenin göreneğidir!"
Engidu, doyuncaya dek ekmek yedi. Yedi küp içki içti. İçi açıldı, neşe buldu. Yüreğine açıklık geldi, yüzü parladı. Kıllı, pis gövdesini sıvadı, kendi kendini yağladı [29 O zamanlar insanlar güzel kokulu yağlarla bedenlerini yağlarlardı (Prof. Landsberger)], insana döndü. Sonra bir giysi giydi, artık adam oldu.
Aslanların üstüne yürümek için silahını aldı. Çobanlar
geceleri uykuya daldı. Kurtları yakaladı, aslanları kovaladı. Eski bekçiler
rahat ettiler. O, güçten üstün insan, o erkeklerin bir tanesi Engidu, bunlara
bekçi oldu.
(14 satırlık boşluk. Engidu fahişeyle birlikte)
Engidu, orospu ile eğlenirken gözlerini kaldırdı ve bir adam gördü. Fahişeye seslendi: "Yosma! Adam buraya gelsin! O ne diye geldi? Söyleyeceğini dinlemek isterim!"
Fahişe adamı çağırıp ona yaklaştı, ona dedi: "Adam,
nereye acele ediyorsun? Yorulman neye yarar?"
Adam ağzını açıp Engidu'ya dedi:
"Benimle birlikte kız evine [30 Ev diye çevirdiğim sözcük, iki yerde
geçmektedir, anlaşılması da güçtür]
gel! Nişanlı seçmek için herkesin evi Uruk kralına daima açıktır. Nişanlı
seçmek için herkesin evi, Uruk kralı olan Gılgamış'a daima açıktır. O,
evlenecek olanlarla önce kendisi yatar, sonra da koca [31 Burası yeterince açık değildir. Bazı
dilbilimciler bunu "ius primae noctis" (ilk gece hakkı) diye
yorumluyorlarsa da, bu yorum genellikle kabul olunmuş değildi]. Tanrısal yasaya göre bu, tanrının bir buyruğudur. Bu
buyruk kendisine göbeğinin bağı kesilir kesilmez verilmiştir" [32 Çocuk doğduktan sonra, göbeğinin
bağı üzerinde fal bakılmış olsa gerek].
Adamın sözü üzerine benzi sarardı...
(Dokuz satırlık boşluk.)
Engidu önden gidiyor, orospu onun arkasından. O, Uruk'a
girince halk çevresine toplandı. Uruk'ta caddenin ortasında durunca, insanlar
başına biriktiler ve ondan şöyle söz ettiler: "O, aşağı yukarı Gılgamış'a
benzer. Bedence daha ufaktır; ama kemikleri onunkinden daha güçlüdür.
(Bir satır eksik.)
Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. O, kalabalığın sütünü
emmiştir."
(Bir satır eksik.)
Zayıf yavrucuklar gibi ondan korkmalarına karşın, adamlar
rahatladılar, "O yiğite karşı, gösterişi yaman bir yiğit alandadır.
Gılgamış'a karşı tanrıya benzer, onun [33 Gılgamış'ın] bir
eşi alandadır! İşhara'ya [34 Yerli olmayıp
Sümer panteonuna sonradan girmiş bir tanrıça]
özgü bir yatak hazırlanmıştır. Gılgamış'ın onun yanında kalması için. Bu gece
onunla 'Allah’ın emri' olacaktır" [35 Gılgamış'ın İşhara ile evlenme hazırlığı akla geliyor]. Gılgamış yaklaştığında, Engidu caddenin ortasına
dikildi. Gılgamış'a yolu kapamak isteyip, onu yatak odasına bırakmadı.
(Yedi satır eksik.)
Gılgamış kırda büyüyen, gür saçlı, ele avuca sığmaz
Engidu'ya baktı: Kendi kendisine yol açtı ve üstüne yürüdü. Kentin alanında
birbirleriyle karşılaştılar. Engidu kapıyı ayağıyla kapayıp Gılgamış'ı içeri
bırakmadı. Bunun üzerine boğalar gibi böğürerek kapıştılar: Kapının direklerini
paramparça ettiler. Duvar yerinden sarsıldı! Gılgamış ve Engidu, evet, boğalar
gibi böğürerek birbiriyle kapıştılar. Kapının direklerini paramparça ettiler.
Duvar yerinden sarsıldı! Gılgamış diz üstü yere düşünce, öfkesi indi ve göğsünü
geri çekti. Gılgamış göğsünü çeker çekmez, Engidu ona, Gılgamış'a dedi:
"Anan olan, ağılın yabanıl ineği, Tanrıça Ninsun [36 Yabanıl inek görünümünde bir
tanrıçadır (Prof. Landsberger)],
seni bir tane doğurdu. Başın adamların tepesini aşmıştır! Enlil senin alnına
insanların krallığını yazmıştır! Gücün evrenin beylerinden üstündür."
(On satırlık boşluk.)
Birbirini öptüler ve arkadaş oldular.
(Görünüşe bakılırsa bundan sonraki 14 satırlık boşluğun
sonuna doğru, Gılgamış'ın Engidu'yu, bir oğul olarak kendi anasına götürmüş
olmasından söz ediliyor. Gılgamış, Engidu'dan şu biçimde söz ediyor.)
"Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. Gökten inen yoğun
cevhere benzer, gücü büyüktür! Kimse karşısında duramaz. Ona lütfunu
göster."
Gılgamış'ın anası oğluna dedi, Ninsun, yabanıl inek,
Gılgamış'a dedi:
"Oğlum....
(Üç satır eksik.)
(Engidu'nun hep korumakta olduğu biçiminden ötürü,
Ninsun'un şaşkınlığını belli ettiği anlaşılıyor. Bundan sonraki beş satırsa,
Gılgamış'ın yanıtlarını oluşturabilir).
"Onunla yukarı, aile ocağının kapısına gitti. O, bana
karşı pek çok kışkırtıldı. Engidu'nun babası ve anası yoktur. Onun dağınık
saçları hiç kesilmemiştir. O, kırda doğduğundan kimse onu eğitmemiştir."
Engidu orada durdu ve onun söylediklerini dinledi. Gözleri yaşla doldu. Söylenenler kendisine pek dokunduğundan acı acı içini çekti. Gılgamış, yüzünü ona çevirip, oturdukları yerde birbirleriyle kucaklaştılar; âşıklar gibi eller birbirinin üstüne kondu ve Gılgamış, Engidu'ya dedi:
"Dostum, neden gözlerin yaşla dolu? Söylenenler sana
dokunduğu için mi acı acı içini çektin?"
Engidu ağzını açıp Gılgamış'a anlattı:
"Dostum, bir acı boğazımı sıkıyor. Kollarım uyuştu,
gücüm azaldı."
Gılgamış, ağzını açıp Engidu'ya dedi:
(Altı satır eksik.)
"Ejder yapılı Humbaba ormanda oturuyor. Sen ve ben
onu öldürüp şu belayı ülkeden kaldıralım. Kendimize katran (sedir) ağaçları
devirelim."
(Dört satır eksik.)
Engidu, ağzını açıp Gılgamış'a dedi:
"Dostum, ben dağlarda deneyimliyim; yabanıl
hayvanlarla oralarda dolaştım. Ormanın uzaklığı iki kez on bin saat çeker.
Yukarıya, onun içine dalacak kimdir? Humbaba... onun böğürtüsü tufandır, evet,
onun soluğu ateş, saldırısı ölüm. Neden ötürü böyle şeyleri yapmaya yeliyorsun?
[37 Yelmek, heves etmek anlamına gelir.
Bazan bağlanma, kapılanma anlamında da kullanılır] Humbaba'nın oturduğu yer için savaşan hiçbir kimse ona
karşı dayanamaz."
Gılgamış, ağzını açıp Engidu'ya dedi:
"Katransa, ben bunun dağına çıkmak istiyorum. Bu dağ
geniş ormanın ortasında bulunuyor.
(Üç satır eksik.)
Humbaba'nın bulunduğu ormana gitmek istiyorum. Savaşta bir
balta bana yeter. Sen burada yalnız kal, ben oraya gideceğim." Engidu,
ağzını açıp Gılgamış'a dedi:
"Oraya nasıl gidebiliriz... Katran ormanına?
Gılgamış, onun bekçisi bir savaşçıdır. Hiçbir zaman ımızganmaz [38 Hafif uyumak, şekerleme yapmak]
(İki satır eksik.)
Enlil onu, katranları korusun diye insanların başına bela
kılmıştır. Her kim yukarı, ormana çıkarsa, kötürüm olur."
Gılgamış, ağzını açıp Engidu'ya dedi:
"..." [39 Bu satır anlaşılmıyor (Prof. Landsberger)]
"Güneş gökyüzünde durdukça tanrılar sonsuza dek
yaşarlar. Ancak, insanın günleri sayılıdır. Onların ettikleri hep havadır. Sen
daha buradayken ölümden korkuyorsun. Yiğit ruhundaki gücün sana yararı ne?
Öyleyse, seni ben götüreyim de, ağzın bana: "İleri git! Korkma" diye
çağırsın. Kendim ölürsem adımı yükseltirim, 'Ejder yapılı Humbaba'nın düşmanı
Gılgamış ölmüştür,' derler."
(Sekiz satır eksik.)
"Katran devirmek için elimi bulaştırmak istiyorum.
Kendim için bir ad bırakmak istiyorum. Şimdi dostum, silahçı ustasına gitmek
istiyorum. Silahlar gözümüzün önünde dövülsün."
Elele verip silahçı ustasına gittiler. Ustalar oturup birbirleriyle danıştılar. Büyük baltalar dövdüler. Üç okkalık nacaklar dövdüler. Yalımı iki okkalık büyük kılıçlar dövdüler. Kabzaların başı on beş okkalık, kılıçların kını on beşer okkalık; altından. Gılgamış ve Engidu, her biri 300 okkalık silahlar taşıdılar.
Adamlar, Uruk kentinin yedi sürgülü kapısına vardılar;
halk bir araya birikti; Uruk sokaklarına neşe saçıldı. Gılgamış, Uruk
sokaklarında halkın neşesine tanık oldu. O, karşısında oturan halka seslendi:
"Ben, ejder yapılı Humbaba'ya gitmek istiyorum. O
söylenen şeyi, ben Gılgamış; görmek istiyorum. Onun adı ülkelere yayılmıştır.
Katran (sedir) ormanına koşmak istiyorum. Uruk çocuğunun nasıl güçlü olduğunu
bütün ülkeye anlatayım. Katranları devirmek için elimi bulaştırayım. Kendim
için sonsuzlaşacak bir ad yapayım!"
Uruk mahallesinin yaşlıları dönüp Gılgamış'a dediler:
"Gılgamış, sen genç olduğundan, gönlün seni böylesine
ileri götürdü. Sen burada ne yaptığını bilmiyorsun. Bizim işittiklerimiz,
Humbaba'nın çok acayip olduğudur. Onun silahının karşısına çıkacak olan kimdir?
Orman iki kez on bin saat uzaklık çekiyor. Yukarı çıkıp onun içine girecek olan
kimdir? Humbaba, onun böğürtüsü tufandır, evet, onun soluğu ateş, onun
saldırısı ölüm. Neden dolayı böyle şeyleri yapmaya heves ediyorsun? Humbaba'nın
oturduğu yer için savaşan hiçbir kimse ona dayanamaz."
Gılgamış, öğütçülerinin sözünü dinledikten sonra,
gülümseyerek gözlerini arkadaşına dikti [40 Gılgamış'ın Engidu'ya söyledikleri, ne yazık ki kaybolmuştur].
(Dokuz satır eksik).
"Korucuyu meleğin seni sıkıntılardan kurtarsın; barış
içinde Uruk kıyısına [41 Uruk, Fırat
kıyısında olduğundan böyle bir dilekte bulunulmuştur] dönmen için sana kılavuz olsun!"
Gılgamış, diz çöküp elini kaldırdı:
"Söyledikleriniz yerini bulsun. Şimdi gidiyorum.
Şamaş! Ellerimi sana kaldırıyorum: oraya varınca canım sağ esen kalsın! Beni
Uruk kıyısına geri döndür! Gölgeni üstümden eksik etme!"
Bundan sonra Gılgamış, arkadaşını çağırdı, falına onunla
birlikte baktı [42 Faldan, işin
uğursuz gideceği anlaşılıyor].
(Yedi satır eksik).
Gılgamış'ın gözlerinden yaşlar boşandı:
"Hiç gitmediğim bir yol, sonu belli olmayan bir
yolculuk. Burada sağ esen kalırsam seni gönlüme göre sevmiş olurum. Kendimi
senin zevkine kaptırmak isterim, seni tahtlara geçirmek isterim."
Artık köleler silahlarını getirdiler. Büyük kılıçları,
yayı, sadağı eline teslim ettiler. Baltaları aldı, sadağı ve Anşan [43 Eski Elam devletine ait bir yer.
Bugünkü Batı İran'da] yayını
bir yanına astı, kılıcı kemere taktı. Yolda yürümeye başladılar. İnsanlar
Gılgamış'a sordular: "Sen ne zaman kente geri döneceksin?"
...
... GILGAMIŞ DESTANI -tümü- ( 2/4 )
Post a Comment