Şaman Şifacılığı ve Jung
Şaman Şifacılığı ve Jung / (Fethi Demir)
Özel
otların karışımından oluşan tütsünün dumanı ve kokusu etrafa yayılırken, davul
sesinin eşliğinde trans halindeki Şaman kâh fısıldayarak kâh çığlık çığlığa bağırarak,
ateşin önünde oturan kişiye sesleniyordu:
-
İçindeki “siyah cüce” ruhu bastır, siyah cüce ruhu bastır, vur tepesine, güçsüz
bırak, öldür onu. Yumruklarını sertleştir, vur yere yatır, karanlığın derin
mağarasına kapat, ört kapısını taşlarla, kötü ruh çıkamasın dışarıya.
-
“Beyaz kartal” ruhundan yardım al, beyaz kartal güçlüdür, senin içindedir, ona
güven, onun yardımıyla kötü ruhu yenebilirsin.
-
Bunları başarırsan, sonraki mücadelelerinde sana yardımcı olması için “mor
tilkiyi” göklerden indirip senin içine yerleştireceğim. Mor tilkinin ruhsal
güçleri hep yanında olacak.
Bu
töreni ve içeriğini; “Avcı-toplayıcı toplumlarda, doğayla mücadele ederken
karşılarına çeşitli hayvanlar çıkmış. İnsanın da içerisinde hayvanlar olduğu
zannına kapılıp, oradan şifacılık üretmeye çalışmışlar. Her yerde, dağda, taşta,
ağaçta, insanın içerisinde bol bol Tanrılar ve ruhlar olduğuna inanmışlar.
Modern toplumun bilimi ve bakış açısıyla, ilkel ve çocukça. İlkel Şaman
saçmalığı ve paganların hayvan odaklı şamanik törenleri işte” ... Şeklinde değerlendiren
önemli bir çoğunluk çıkacaktır... Peki, öyle mi gerçekten?
Anlattığımız
hayali ritüelik tören sahnesini, günümüzün anahtarıyla açmaya ve incelemeye
çalışalım:
-
"siyah cüce"; şeytandır, cindir, karanlık yanımızdır,
komplekslerimizdir, anlam veremediğimiz sıkıntılarımızdır, travmamızdır, ruhumuzun
hastalıklı olan kısmıdır, negatif enerjidir.
-
“beyaz kartal”; bize destek ve yardımcı olacak “iyilik meleğimizdir”, iyi
yanımızdır, mücadeleci tarafımızdır, pozitif enerjimizdir.
-
Vaat edilen kişiye özel "mor tilki" ise; bireyselleşmenin, artık
“herhangi biri” olmaktan kurtulup “belirli, özel biri” olma ihtiyacını karşılamaktadır.
Bu özel olma durumu, kişinin yaşamına bireysellikle birlikte anlam ve güç
katacaktır. Böylece birey olmayı başarabilen kişi, ruhsal olarak iyileşecek
veya iyileşme yoluna girecektir.
Şaman
tarafından tedavi edilen kişiye; kendine güven, mücadele gücü, birey olma, pozitif
enerjisini ön plana çıkarma telkinleri yapılmaktadır. Kişinin, bilinç dışını
temsil eden ruhlar dünyasıyla bağlantı kurması sağlanmaya çalışılır. Şaman hastalarına;
hastalıklara ya da ölüme karşı giriştikleri savaşta duygusal ve ruhsal olarak
yalnız olmadıklarını gösterir. Şaman, derin bir düzeyde kendi özel güçlerini
hastasıyla paylaşır (veya öyle hissettirir). Hastasını, başka bir insanın ona
yardımcı olmak için kendisini feda etmeye hazır olduğuna ikna eder.
Şamanlıktaki
ruhlar dünyası, yani içsel dünya; analitik
psikolojide ortak(kolektif) bilinçdışıdır. C.G.Jung; “İnsanlığın temel
sorunun bilinçdışıyla bağlantı kurmak, onu kabullenmek olduğunu” söyler. Ve nevroz dediğimiz şeyin yine temelde bu bağlantıdaki
derin kopukluğa işaret ettiğini ısrarla vurgular.
Jung;
en derin şifacılık kavramlarının Şamanlıkla pek çok ortak yönü olduğunu kavramıştır.
Görünüşteki farklılıklarına rağmen hem şamanlığın hem de analitik psikolojinin;
psişenin gelişmesi(bireyselleşmesi) ve şifa bulması üstüne odaklandığını
anlamıştır. Jung’a göre şaman bir
arketiptir. Bazı kişilerde ve yerlerde diğerlerinden daha çok kendini
gösteren, fakat her zaman orada ve kullanılmaya hazır olan, insan psişesinin
sürekli ve evrensel parçasıdır. Jung bu modeli bireyselleşmenin (gelişmenin
içsel psişik sürecinin) bir yansıması ve şamanlığı da analitik psikolojinin
mirasının bir parçası olarak görmektedir.
Şamanlıkla
analitik psikoterapi arasındaki bir başka paralellik ise; her ikisinin de derin
psişenin çift cinsiyetli olduğunu imgelemiş olmalarıdır. Analitik psikolojide anima erkeğin içindeki kadın imgesidir, animus
ise kadının içindeki erkek imgesi.
Hem anima hem de animus sadece imgeler olarak değil, aynı zamanda psişede özerk
bir varoluşa sahip olan oluşlar (Karmaşalar) olarak düşünülür.
Şamanlığın
anavatanının Sibirya olduğu
düşünülmektedir. Şaman sözcüğü bir kuzey Sibirya kabilesi olan Tunguz’lardan
gelmektedir ve son zamanlara dek orada şamanlık basit biçimleriyle
uygulanmaktaydı. Bir yoruma göre: Sha=kadınlık,
Man=Erkeklik, Şaman da kadınlıkla erkekliğin, aşkın birlikteliği olarak ta
yorumlanır. Şaman kelimesi genellikle erkek uygulayıcı ile ilgilidir, şamanka
kelimesi ise kadın şamanlar için kullanılır.
Bir
klasik olan; “Şamanizm: Eski vecd teknikleri (1964)” adlı eserin yazarı Mircea Eliade bize Sibiryalı erkek şamanların
törenlerde çoklukla bir kadının giysilerini ve tavırlarını takındıklarını
hatırlatır. Japonya’da ve Çin’de kadın şamanlar bazen ruhsal kocalarıyla (ya da
animus ile) evlenebiliyorlar. Bu törenler gizli bir bütünlüğün üstünü açmak
için yerine getirilir. Sembolik olarak sadece kadınla erkeğin değil, maddeyle ruhun da içsel evliliğini
temsil ederler (Eliade 1964).
Benzer
şekilde analitik psikolojide de anima / animus daha derin psişeye, bütünlüğe
giden geçidi temsil ederler.
Bu
içsel evlilik, bir Navajo kum
resminde çok güzel bir şekilde canlandırılmıştır. Törenlerde toprağa kum ile
çizilen bu resimde; Baş taraflarından bir polen (en kutsal madde) çizgisiyle ve
kuyruklarından da gökkuşağı ile birbirlerine bağlanmış olan Toprak Ana ve Gök
Baba betimlenmektedir. Dışarıdaki doğanın makro evreniyle, içerideki psişenin
mikro evreni arasındaki bağlantıyı simgeler. Bu sembolizma aynı zamanda üç kısma ayrılmış şaman evreninin bir
tasviridir. Bizler Toprak Ana ile Gök
Baba arasındaki orta dünyada yaşıyoruz. Toprak Ana’nın altında ölüler
diyarı ve Gök Baba’nın üstünde ruhlar dünyası vardır.
Toprak
ana’yla Gök Babanın kozmik evlilik
imgesi; bir kadınla bir erkeğin dünyevi evliliğini sembolize etmektedir.
Keza aynı zamanda Jung’un animayla(erkeğin dişil yanı) animusun (kadının eril
yanı) içsel uyumu kavramını da çok güzel bir şekilde kapsamaktadır. Her
seviyedeki bu birlik veya dualite, Jung psikolojisinin temel fikrini oluşturur.
Toprak Ana’yla Gök Baba’ya bölünen, sonra tekrar ve tekrar kadınla erkeğin
kucaklaşmasında birleşen ebedi tek evrendir bu. Hem şamanlıkta, hem de analitik
psikolojide bu birleşme,
içte ve dışta bir bütünlük, birlik durumunu temsil eder.
Kartal
tüyleri ile kaplı Toltek’lerin yılanı Quetzalcoatl, maddi dünya ile manevi
dünyanın, ayrıca içsel - manevi dünyadaki eril – dişil enerjilerin birleşiminin
sembolüdür. Yılan sürünmeyi ve maddi
dünyayı temsil eder. Kartal ise uçmayı, ruhu temsil eder. Dolayısıyla
kartal tüyleri ile kaplı yılan sembolü; ruh ile maddenin birliğinin sembolüdür.
Şamanlık
ve acı,
sıkı bir şekilde birbiriyle bağlantılıdır. Şifa sürecinin oluşması için, hem
şifacının hem de şifayı alanın, değişik bir bilinç durumuna ulaşması gerekir.
Acı; bu bilinç durumlarına ve “öteki dünya”ya giden kapıyı açan anahtardır.
Acı; acıyla farklı bir şekilde baş edebilen başka bilinç durumlarına –başka
dünyalara- girmeyi öğretir. Şamanlar ve şamanlığa kabul törenleri bundan
yararlanırlar.
Zayıf
bir genelleme ile şamanın dünya görüşünün bileşik bir resmini çizmek mümkündür.
Evren çok boyutludur, her boyutunda kendine uygun ruhsal hükümdarlar ve
diğerlerinin ikamet ettiği göksel bir üst dünya ve ölü ruhlara ait bir alt
dünya bulunur. Aynı zamanda temel yönetim veya bölge hükümdarları bulunur.
Evrenin boyutları merkezi bir aks ile birleştirilmiştir, bu “axis mundi”
(Yer’in ekseni) dir, ve sema merdiveni veya dünya ağacı olarak ortaya çıkar. Bu
merkezi aks ile Şaman, evrenin tüm
boyutlarına girmeyi başarır.
Arkeolojik ve etnolojik kanıtlar, Şamanik yöntemlerin en azından
yirmi ya da otuz bin yaşında
olduğunu bildirmektedir. Şamanik varsayımlar ve yöntemlerle ilgili dikkate
değer şeylerden birisi, bunların Avustralya yerlileri yani Aborjinler, Kuzey ve
Güney Amerika, Sibirya ve Orta Asya, doğu ve kuzey Avrupa ve güney Afrika'da
dâhil olmak üzere dünyanın birbirinden ayrı ve uzak bölümlerinde olmasına
rağmen, birbirine çok benzer
olmasıdır.
Modern dünyada "büyücü doktor" olarak da adlandırılan
Şamanlar, kendilerinin ve topluluklarının üyelerinin sağlığı ve esenliği için
geliştirdikleri ve kuşaktan kuşağa devamını sağladıkları son derece olağanüstü kadim tekniklerin taşıyıcıları ve koruyucularıdır.
Günümüzde Şamanlığa olan ilgi yeniden artmaya başladı. Bunun nedeni; her zaman dış gerçekliğin en ince detayına bu denli odaklanmış olan modern zihne bir rahatlama getiriyor olmasıdır. Şamanlık zihni odaklamaz, Egoyu sıkı dış bağlarından kurtarır ve öz psişeyi kendi iç gerçekliğine inmesine yönlendirir. Bu deneyim, yeryüzünde rastlamadığımız, sadece efsanenin içsel psikolojik gerçekliğinde bulunan hayvan ve insan biçimleriyle dolu açık bir evrenin derinliğini, zenginliğini ve görüş açısını yeniden bize kazandırır.
Günümüzde Şamanlığa olan ilgi yeniden artmaya başladı. Bunun nedeni; her zaman dış gerçekliğin en ince detayına bu denli odaklanmış olan modern zihne bir rahatlama getiriyor olmasıdır. Şamanlık zihni odaklamaz, Egoyu sıkı dış bağlarından kurtarır ve öz psişeyi kendi iç gerçekliğine inmesine yönlendirir. Bu deneyim, yeryüzünde rastlamadığımız, sadece efsanenin içsel psikolojik gerçekliğinde bulunan hayvan ve insan biçimleriyle dolu açık bir evrenin derinliğini, zenginliğini ve görüş açısını yeniden bize kazandırır.
Modern
hastalıklarımızı tedavi etmek için, her biri parçalanmış özün sadece bir
kısmına odaklanan üç çaresiz meslek
gurubu çaba gösterir: beden üstünde tıp, zihin ve duygular üstünde psikoloji ve
ruh üstünde de din.
Bir
din olmayan, fakat bugün hala yaşayan şamanlık, ruhsal gerçekliğin doğrudan
doğruya kişisel olarak algılanma modelidir. Deneyüstü boyut parçalanmış değil
bütün olduğu için, bu algılama şekliyle kazanılan bilgi doğal olarak birbiriyle
bağlantılıdır ve zihni, bedeni ve ruhu tek bir bütün olarak etkiler.
Demek
ki otuz bin yıldan fazladır,
Şamanlardan başlayarak aynı yerde mi dönüp dolaşıyoruz, yani “kendini tanı”
söyleminin etrafında?
“Kendini
tanıyınca” neler olacağını yine C.G.Jung’un görüşleriyle
açıklayalım: ‘’Kendi kalbine
bakamayanın yaşamı bulanıktır; kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler,
gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında
kaybolur, içeriye bakan uyanır,
kendini keşfeder’’
Jung’un bir başka sözü ise, kendini tanıma yolculuğunda karşılaşılacak
şeylerden bahsediyor: ‘Işıktan varlıklar olduğumuzu imgeleyerek değil, ancak içimizdeki karanlığı bilinçli hale
getirerek aydınlanabiliriz.’
Demek ki, içimize baktık, kendimizi tanımaya başladık.
İçimizdeki güzelliklerle birlikte, karanlık noktaların da bilincine varmaya
başladık, daha derin “kendimizi tanı”ma yönünde yolculuk devam ediyor. Ee,
sonra? Yine Jung’un bir sözüyle cevaplayalım:
“Bilinç
ve bilinçdışı çekişmesini şöyle de betimleyebiliriz: Örs ve çekiç arasında
‘demir hasta’, kırılmaz bir bütün, bir birey durumuna gelir. Bireyleşme sürecinden anlaşılması
gereken, kaba çizgileriyle budur. Bireyleşmeyi sağlamış kişi, kendi özgün kişiliğinin
farkında olmasıyla ve bilinçdışını kabullenişiyle, tüm canlılarla, hatta inorganik
madde ve evrenle olan kardeşliğini
gerçekleştirmiştir. (Jung; Analitik Psikolojinin ana hatları s:97).
Kendimizi
tanıdık ta ne mi oldu? Daha ne olsun, avazımız çıktığı kadar yüksek sesle
bağırabiliriz; “Durun, yapmayın, doğaya ve birbirinize kıymayın; siz hepiniz
kardeşsiniz”.
Fethi Demir, 8 Haziran 2015 / http://www.felsefetasi.org/saman-sifaciligi-ve-jung/
Post a Comment