“Dünya bize yetmiyor” YALANI !
“Dünya bize yetmiyor” YALANI ! / (Fethi Demir)
Mevcut nüfusumuz ve
istatistiksel olarak bu nüfus artışımızla yakın gelecekteki nüfusumuza
bakarsak; kısa bir süre sonra dünyadaki kaynaklar bize yetmeyecektir. Bu
nedenle nüfus artışını kontrol altına almamız, hatta uzayda koloniler kurarak
kaynaklarımızı genişletmemiz gerekir.
1805'de ise
İngiltere'nin ilk ekonomi politik profesörü olan Thomas Robert Malthus'un, popülasyon ve kaynak konusunda çok önemli
ama bir o kadar da çok tartışılan bir teorisi vardır.
Teorisinin temeli şudur: uygun şartlarda herhangi bir kısıtlayıcı faktör (salgın vb.) yoksa, popülasyon geometrik dizi biçiminde artar (2, 4, 8, 16, 32 ...), oysa besin maddeleri aritmetik dizi biçiminde artar (1, 2, 3, 4, 5 ...). Aradaki bu fark, kaçınılmaz olarak büyük bir dengesizlik yaratır ve gıda maddeleri arzı, insanların hayatını sürdürebilmesi için gerekli fizyolojik asgarinin altına düşer.
Teorisinin temeli şudur: uygun şartlarda herhangi bir kısıtlayıcı faktör (salgın vb.) yoksa, popülasyon geometrik dizi biçiminde artar (2, 4, 8, 16, 32 ...), oysa besin maddeleri aritmetik dizi biçiminde artar (1, 2, 3, 4, 5 ...). Aradaki bu fark, kaçınılmaz olarak büyük bir dengesizlik yaratır ve gıda maddeleri arzı, insanların hayatını sürdürebilmesi için gerekli fizyolojik asgarinin altına düşer.
Pratik olarak söylemek
gerekirse; doğada popülasyonun artıp, besinin azalmasıyla oluşan bu fark,
popülasyonda bazı bireylerin ölümlerine neden olur ve bir denge sağlanır. Veya kaynak
yetersizliği büyük sorunlara yol açar.
Malthus bir tür sosyal
devlet gereği olarak yapılan, yoksullara sosyal yardım sunmayı düzenleyen
“Yoksul Yasaları”na (Poor Laws) şiddetle karşı çıkar. Ona göre “bu yardımlar
yoksulluğu yok etmek bir yana, yoksulluğun yaygınlaşmasına neden olur”. Hayat
mücadelesi, tabiatın bir hikmetidir ve insanların tembelleşmesini engeller, “Yoksulluk
yoksulların suçudur!”.
Malthus,
nüfusun halkın kullandığı geçim araçlarından daha hızlı geliştiğini ve
kapitalizm koşullarında işçi sınıfının yoksulluğunun, işçilerin kapitalist sömürüsü
nedeniyle değil, nüfusun hızlı gelişmesi sebebiyle meydana geldiğini
iddia etmiştir.
Bu teorisi nedeniyle Malthus, insan nüfusunun sınırlanması gerektiğini düşünür ve geç evlenmek, az sayıda çocuk sahibi olmak vb. hareketlerin teşvik edilmesi gerektiğini savunur.
Neo-Malthusçular daha da ileri giderler; ”doğum kontrolü,
savaşlar ve salgın hastalıklar” kapitalizmi destekler ve yığınların sefaletini
yatıştırır-azaltır” derler. Yani “savaşlar ve salgın hastalıklar”ı gerekli ve
işe yarar araçlar olarak kabul ederler. Temsilcilerinin çoğu, ırk ayrımını
savunurlar.
Popülasyon artışı ve
kaynak yetersizliği konusu, toplumsal fobimiz haline gelmiş ve birçok sanat
eseri bu konuyu distopya olarak işlemiştir. Örneğin “Yedinci Hayat (pazartesiye
ne oldu / seven sisters) “ filminin konusu özetle:
Yakın bir gelecekte
dünya nüfusu kontrol edilemez boyutlara ulaşıp, kaynaklar tükenip, kıtlık baş
gösterince, bütün ailelere tek çocuk kotası konulmuştur. Fazlalık çocuklar
devlet tarafından öldürülmektedir. Böyle bir ortamda yediz çocukları olan bir
baba, çocuklarını evinde herkesten saklayarak büyütür. Haftanın yedi gününün
isimleriyle adlandırdığı kızları haftanın 1 günü sırayla dışarı çıkmakta, evin
dışında ortak Karen Settman kimliğini kullanmaktadırlar. Bu şekilde artık
yetişkin olan yedizler, günün birinde Pazartesi'nin eve gelmemesiyle hep
birlikte dışarı çıkıp kardeşlerini aramak zorunda kalacaklardır.
Gerçekten söylendiği
gibi kâbusumuz haline gelen, kaynaklar (gıda, enerji v.d.) nüfusumuza yetmiyor
ve bu sorun günbegün büyüyerek devam ediyor fikri doğru mu? Yoksa bir
aldatmaca, kandırmaca içerisinde miyiz? Bugünkü gerçek durumumuz nedir?
Buna tarafsız ve doğru
cevap verebilmek için başka bazı bilgilere göz atmak zorundayız. Arayışımıza
örneğin gıda kaynaklarının israfı ile başlayabiliriz. Gıda kaynakların büyük bir bölümünü israf edilerek tüketiliyor.
Güvenilir kaynaklardan 2 habere bakalım (Bkz:Kaynaklar):
- "Kanada’da her yıl 31 milyar dolarlık gıda çöpe gidiyor":
“Merkezi Kanada’nın
Oakville kentinde bulunan “Value Chain Managament International isimli kuruluş
tarafından her yıl hazırlanan rapor, çarpıcı veriler içeriyor. Dr. Martin V.
Gooch ve Dr. Abdel Felfel tarafından hazırlanan; The Cost of Canada’s Annual
Food Waste (Kanada’nın Yıllık Çöpe Giden Gıda Maliyeti) başlıklı rapora göre,
Kanada’da sadece çöpe atılan milyonlarca ton gıda maddesinin maliyeti 31 milyar
dolar ediyor. Raporda, bu rakamın harcanan enerji, su ve diğer kalemlerle birlikte 3 katına çıkabileceğine işaret ediliyor.
2010 yılında çöpe giden gıda maddeleri maliyetinin 27 milyar dolar olduğu
hatırlatılan raporda bu rakamın, 2014 sonu itibariyle tüm yan etkenlerin
katılımıyla hesaplandığında ekonomiye kattığı yükün 100 milyar doları geçtiği
bildirildi. Ortaya çıkan 31 milyar dolar rakamının, dünyadaki 29 fakir ülkenin toplam üretiminden bile büyük olduğu
belirtilen raporda, rakamın aynı zamanda Kanada’nın GSMH’nın yüzde 2’si
olduğuna da dikkat çekiliyor.
Rapora
göre 31 milyar dolarlık gıdanın yüzde 47’ye denk gelen 14,6 milyar dolarlık
kısmı evlerde çöpe gidiyor. Rapor araştırmacıları, Kanadalıların beğeni ile
aldığı birçok gıdayı, paketini bile açmadan çöpe attıklarını, geri dönüşüm ya
da gıda bankalarına vermediklerini belirledi. Evlerdeki israfı, yüzde 20’lik
oranla gıda işleme merkezleri ve üreticiler izliyor. Bu grubu yüzde 10
oranındaki israfla çiftlikler, aynı oranla perakende satış merkezleri, yüzde
9’la lokanta ve oteller ile yüzde 4 oranında taşıma ve dağıtım merkezlerindeki
israf noktaları takip ediyor.”
- OECD ve FAO raporu: her yıl 750 milyar Dolar gıda çöpe gidiyor
“Ekonomik İşbirliği ve
Kalkınma Örgütü (OECD) ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO)
‘2014 Tarım Görünüm Raporu’nda küresel israf ekonomisine yönelik çarpıcı
rakamlar ve tespitler var.
OECD ve FAO’nun
derlediği verilere göre dünyada tüketim için üretilen her 3 gıdadan biri
yenmeden çöpe gidiyor.
Her yıl 1,3 milyar ton
gıda israf ediliyor. Bunun yarısı bile 900 bin aç insanı doyurmaya yetiyor.
Kuraklığı, su kıtlığı
gibi riskleri konuştuğumuz böyle bir dönemde dünyada kullanılan suyun dörtte
biri hiç tüketilmeyen bu gıdaların üretiminde kullanılıyor.
Bu israfın toplam
yıllık maliyeti ise yaklaşık 750 milyar Dolar’ı buluyor. Yani her yıl
neredeyse, 800 milyar Dolar civarındaki Türkiye’nin gayri safi milli hasılası
kadar bir rakam çöpe gidiyor.
Adil gıda paylaşımının olmadığı dünyada rakamlar dehşet
verici.
Her gün 5 yaşın altındaki
20 bin çocuk açlık ya da yetersiz beslenme sonucu hayatını kaybediyor. Oysa
verilere göre, tüm insanlığa yetecek kadar gıda kaynağına sahibiz.
Öte yandan dünyada yaklaşık 1,4
milyar insan aşırı kilo problemiyle karşı karşıya. Rapora göre, bu insanların
üçte biri obez, koroner kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı riski taşıyor. Aslında
mevcut sorun, üretimden ziyade tüketim alışkanlıklarımızı sorgulamamız
gerektiğine işaret ediyor.”
Bir başka habere de
bakarak, gerçeği arama seyahatimize devam edelim: İngiliz yardım kuruluşu Oxfam'ın raporuna göre dünyanın en zengin 62
kişisinin serveti, dünya nüfusunun yarısının (3,5 milyar kişi) servetine
eşittir! GSMH
bakımından dünyanın en zengin ülkesi en yoksul ülkesinden yaklaşık 200 kat daha büyük GSMH’ya sahiptir. Bu dengesizliğin yol açacağı sorunları da, “kaynak yetersizliği”
değerlendirmelerimizde dikkate almamız gerekir.
Bu bilgiler ışığında akla, “Bugün neden dünya nüfusunun yaklaşık
%15 ‘i açlık sınırı veya altında yaşıyor?” sorusu geliyor. Gerçekten de Dünya
Gıda Örgütü’nün ve Dünya Bankası’nın rakamlarına göre bugün 1 milyarı aşkın kişi
açlık sınırında veya altında.
Gelişmiş toplumlardaki refah seviyesinin
yüksekliği sonucu bu kadar israf varken, adil gıda paylaşımı yoksa adil servet
dağılımı yoksa “nüfus çokluğu nedeniyle gıda ve kaynak yetersizliği” gibi bir
söylemin doğruluğu ne kadar inandırıcıdır?
Dünya bize mi yetmiyor, yoksa insani
zaaflarımıza, bencilliğimize ve hırslarımıza mı yetmiyor?
Değerlendirmemizi daha gerçekçi ve sağduyulu yapabilmek için
gelin bazı haberler ve gelişmelere de göz atalım:
ABD'de
yapılan bir araştırmaya göre Kuzey Atlas Okyanusu'nda rüzgâr tribünleriyle elde
edilecek enerji kış aylarında tüm gezegenin elektrik ihtiyacını karşılayabilir.
Yaz aylarında ise bu enerji tüm Avrupa kıtasına yetecek kadar elektrik
üretebilir.
Merkezi Washington'da
bulunan Carnegie Bilim Enstitüsü'nden Anna Possner ve Ken Caldeira'nın yaptığı
araştırmanın sonuçları Proceedings of the National Academy of Sciences isimli
bilimsel dergide yayımlandı.
Bir başka incelememiz gereken gelişme de, Avrupa ülkelerinde
pilot uygulaması başlatılan “Vatandaşlık maaşı” veya “Evrensel Temel Gelir (ETG)”. Finlandiya, 1 Ocak
2016 itibariyle rastgele seçilen ve işsizlik yardımı alan 2 bin vatandaşına işe
girmeleri durumunda bile devam edecek olan aylık net 560 euroluk bir
'vatandaşlık maaşı' vermeye başladı.
İçinde
yaşadığımız düzeni kökten değiştirmeden, çok yeni teknolojik ve sosyoekonomik gelişmeleri
beklemeden, bugünün koşullarıyla çok da zorlanmadan yapabileceklerimiz var! Ütopik
bir düzene, sosyalist bir sisteme falan geçmeye de gerek yok bu sorunları
çözmek için. Bir an gözlerimizi kapatalım ve günlük koşullanmalardan biraz
ayrılarak, birkaç kademe yukarıdan bakmaya çalışalım;
- Gıda israfının
önlendiğini ve gelişmiş ülkelerdeki “artan” gıdanın, kendi ülkesi veya diğer
ülkelerdeki açlık çeken ailelere (kontrollü bir şekilde) transfer edildiğini
- Enerji’nin tüm Dünya
vatandaşlarına bedava olduğunu
- Vatandaşlık gelirinin
belirli oranlarda Dünyadaki tüm vatandaşlara ödendiğini…
Gıda israfı denirken
sadece refah seviyesi yüksekliği nedeniyle yapılan savurganlık kastedilmiyor.
Gıdanın üretiminden, dağıtılıp tüketime kadar gelişindeki süreçte de muhtelif
aşamalarda kayıplar oluşuyor. Bunun önlendiğini, buradan çıkan fazlalığın biraz
daha adil bölüşüldüğünü düşünelim
Enerji neredeyse yaşam
ve kullandığımız teknolojinin temel olmazsa olmazı. Bu derece önemli olduğu
için de, onu elde etmek ve elinde tutmak isteyenler tarafından; savaşların ve
neredeyse “tüm kötülüklerin anası”! Bedava olmaması için hiçbir neden yok.
Örneğini verdiğim bilimsel çalışmalar artırılarak, rüzgar-güneş gibi
kaynaklardan elde edilecek enerji tüm Dünyaya ücretsiz dağıtılacak hale
getirilebilir.
Gelişmiş ülkelerdeki
vatandaşlık maaşının bir aylığının
(Örneğin 560 EUR), az gelişmiş ülkelerde sadece yılda bir kez verilmesi dahi oradaki açlığı ortadan kaldıracaktır.
Tekrar soralım: Dünya bize
yetmiyor mu, yoksa Dünya insani zaaflarımıza, bencilliğimize ve hırslarımıza mı
dar geliyor?
Gelin önce sorgulamaya
kendimizden başlayalım; hırslarımız nedir ve bu derece güçlü hırslar gerekli
midir, doğru mudur?
Refah seviyemizi
yükselteceğiz ve daha çok, daha çok mu tüketeceğiz? Nereye kadar? Ne uğruna? Biz
tüketirken farkında olarak veya olmayarak kimlere zarar veriyoruz? Bu maddi kazanımlarımız
bize gerçekten mutluluk getirecek mi?
Yoksa bir durup
soluklanmak ve daha azıyla mutlu olmayı öğrenmek, biraz da paylaşımcı olmaya
çalışmak bizi daha mı mutlu kılacaktır?
Eğer bu hırsı ve
maddiyat düşkünlüğünü kendimizde yenebilirsek, çevremizi, devletleri ve dünyayı
da dönüştürebiliriz. Böylece daha yaşanabilir ve gerçekten eksiksiz bize
yetecek bir Dünyamız olacaktır.
Fethi Demir, 9 Kasım 2017 / http://www.felsefetasi.org/dunya-bize-yetmiyor-yalani/
Kaynaklar:
-
"Kanada’da her
yıl 31 milyar dolarlık gıda çöpe gidiyor"
-
“OECD ve FAO raporu:
her yıl 750 milyar Dolar gıda çöpe gidiyor”
- “Yedinci Hayat (pazartesiye ne oldu / seven sisters)“
- “Dünyanın tüm enerji ihtiyacını karşılayacak bir rüzgâr
tarlası kurulabilir mi?”
- “Finlandiya'da vatandaşlık maaşı işe yarayacak mı?”
- Evlerinde Ortalama 300 Bin Eşya Bulunan Amerikalılara Dair İlginç İstatistikler
Post a Comment