Şiddeti neden yenemedik veya dönüştüremedik?
Şiddeti üstüydü, şiddet nesnesi oldu / (Fethi Demir)
İnsanın oluşumunda
evrime ya da yaratılışa inanmak gibi zıt kavramlar var düşünsel arenamızda.
Evrime inanıyorsanız; binlerce yıl öteden bugüne gelene kadar insan şiddetin
mağduru olmuş, bundan kurtulmak kendini savunmak ve yaşamını sürdürmek için
şiddeti kullanmak zorunda kalmıştır. Keza en temel ihtiyaç olan beslenme yani yemek
bulmak için de hayvanlara ve kendi ırkdaşlarına karşı da şiddet kullandığı, hatta
bazı grupların yamyamlık yaptığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Yaratılışa
inanıyorsanız, daha ikinci kuşakta Kabil, Habil’i öldürmüştür! Birinci kuşakta Âdem
ile Lilith veya Havva arasında şiddet söz konusu mudur o kadarını bilemiyoruz
ama sonraki kuşaktan Kabil’in şiddetini tüm semavi dinlerin kutsal kitapları
yazmaktadır.
Evrimsel ya da
yaratılış sonucu, bugünkü durumumuzda iki önemli noktaya bakmakta fayda var:
Aklın birikimlerinin yani bilimsel
gelişmelerin yaşamımıza etkileri ve ahlaki-duygusal durumumuz.
Bilimsel gelişmeler
teknolojiyi geliştirmiş, bunun sonucu olarak üretim daha verimli hale gelmiş,
bilimin sağlıktaki uygulanması ile de kaliteli yaşam ve uzun ömür sağlanmıştır.
Fakat bilimsel-teknolojik gelişme, aynı zamanda birçok yıkıcı silahların
geliştirilmesine de yol açmıştır. Üretimde verimlilik sürekli artıyorken, maalesef
halen dünyamızda açlıktan ölen insanların sayısı azalacağı yerde artmaktadır.
Ahlaki-duygusal
durumumuza bakacak olursak; insanlık
olarak şiddet içgüdümüz ya da davranış biçimimiz, hastalıklı toplumsal
histeriler ve savaşlar şeklinde kendini göstererek devam etmektedir. Bunu
görmek için uzağa gitmeye gerek yoktur; yakın tarihimizde Hitler ve Stalin eylemlerini yaparken yalnız değillerdi.
Binlerce yıldır birçok içgüdüsel davranışımızı muhtelif
nedenlerle örneğin; ilkel, vahşi, kaba bulduğumuz veya medeniyetimize uygun
olmadığı için terk ettik. Peki, birlikte yaşamanın, insan olmanın, insan topluluğunun
ilerlemesinin en büyük engellerinden biri olan şiddeti neden yenemedik veya
dönüştüremedik? Neden halen şiddet duygu ve davranışı, bireysel ve toplumsal
olarak gücünü kaybetmeden varlığını devam ettiriyor?
Öncelikli olarak birey; ego merkezli, narsistik bakış
açısından kurtulamamıştır. Bireysel narsizm; yaşamı devam ettirmenin, ayakta
kalmanın en temel noktasıdır, bu nedenle yok olmaması gerekir. Ama tabii ki
dengelenmesi lazımdır, aşırıya kaçmamak ve başkasına zarar vermemek seviyesine
getirilmelidir. Bu dengeyi sağlamak ta, sürekli çalışmayı, kendini disipline
etmeyi gerektirir. Meselenin bu yönü bireysel gayretle ilgilidir.
Ya toplumsal olarak
bireylerin şiddet duygusunu tetikleyen egoist-narsist yaklaşıma bakışımız ne
durumdadır? Bireyin “ayakta kalma” duygusunu sağlamlaştırma ile egoizm-narsizm
arasındaki çelişkiyi çözebilmesi için toplumsal sistem tarafında herhangi bir
olumlu katkı yapılmakta mıdır?
Üzülerek görüyoruz ki,
bireyin egoist-narsist bakış açısı;
dünyamızdaki hâkim sosyo-ekonomik yapı tarafından körüklenmektedir. “Merkez
sensin”, “En kıymetli sensin”, “Kendini ödüllendir”, “Daha iyisine sahip ol”, “En
pahalı olanı, en çok keyif verecek olandır” benzeri madde düşkünü ve Hedonist felsefeyle,
bireysellik olabildiğince ön plana çıkartılmaktadır. Bunun nedeni basittir; adı
üstünde olan “tüketim toplumu” nun
devamlılığını sağlamak için, “sürekli, durmaksızın artarak” bireysel tüketimin
körüklenmesidir.
Ekonomik düzenin
bekası için, “tüketim toplumu” yaratmak
üzere, insanlar duyarsızlaştırılmış, adeta aynı şeyleri düşünen, aynı şeylerden
keyif alan makinalar
haline dönüştürülmüştür. Bunun sonucu olarak, bireysel şiddet dürtüsü,
eylemleri çoğalmıştır. Yine bu bireysel bozulmanın topluma sirayet etmesiyle de
toplumsal şiddet, toplulukların
birbirine şiddeti, durulmadan hatta maalesef artarak devam etmektedir.
İnsanın duygularını
zevk odaklı hale getirmenin(Hedonizmin) dozu gittikçe arttırılmaktadır.
Nesneler putlaştırılmakta, bu putlara ulaşım sürecinde insanlar metalaşmakta,
istatistiksel rakamlara dönüşmektedir. Filmlerde
şiddet, oyunlarda şiddet;
oynayanlara veya izleyenlere zevk veriyor diye yenilenerek, tekrarlanarak ve dozu
arttırılarak sürdürülmektedir. Böylece şiddet sıradanlaştırılmakta, buna bağlı
olarak çevre bilinci, savaşa ve toplumsal şiddete tepki azalmaktadır. Gerçek
bireysel tepkinin yok olduğundan bile bahsedebiliriz.
Çevrecilerin küresel ısınmaya dikkat çekme gayretlerine,
devletler nezrinde ne kadar önem verilmektedir? Nükleer savaşın oluşturacağı
korkunç sonucun bilinmesine rağmen, silahlanma yarışı ve nükleer savaş
olasılığı konusunda bu kadar tepkisiz kalınmasının nedeni; bireysel duyarlılığın
azaltılmasıdır kuşkusuz. Toplumsal olaylara duyarsızlığın bir nedeni de vahşi
doğadaki yaşam savaşının yerini, güncel vahşi ekonomik koşullarda ayakta kalma
çabasının almış olması olabilir mi? Toplum içinde var olmak, zevk vadeden
teknolojik oyuncaklar veya gösteriş nesnelerine sahip olmak için mücadele etmek
kişileri yeterince yoruyor, huzursuzlaştırıyor.
Acaba tepkileri bundan dolayı mı aşırı şiddet içeriyor, intihar bombacıları
çoğalıyor? Veya bu nedenle toplumsal olaylara karşı duyarsızlaşıyor, tepkileri
bundan dolayı azalıyor olabilir mi?
Sanayi toplumunda insan
gittikçe neredeyse cansız bir nesneye dönüştürülmekte, gelişmiş sanayi
içerisinde makineleştirilmektedir. Makineleşmiş
olan insan, bazı teknolojik makinalarda şiddet içeren oyunları oynamakta,
oyunlarda şiddet kullanmakta, yüzlerce canlıyı öldürmektedir. Şiddet filmleri
seyretmekte, diğer insanları da dijital makinalar gibi algılamaya başlamakta,
bu arada TV seyrederken iki reklam arası bazı insanlara da şiddet uygulandığını
görmekte… Bu tablonun içerisinde, insanların
duyarlı olmasını nasıl bekleyebiliriz ki. Bu döngüde; insanlar canlı yaratıklardan çok
teknolojik araçları sevmektedirler.
Jean Baudrilland diyor
ki; “Birey
televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kâğıdı reklamıyla aynı
duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan'daki iç savaş
devam etse bile, onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey
görüntülerden ibarettir ve cansızdır”.
Bu simülasyondaki insan yine de cinsel ilişkiden,
içkilerden
zevk alır. Ama bütün bu zevklerin peşinden mekanik,
cansız bir kafa yapısı
içinde koşar. Her şeyde; basar basmaz kendisine mutluluk, sevgi ve zevk
getirecek bir düğmenin bulunmasını ister. Birçok insan, bu düğmeyi nerede
bulabileceklerini kendilerine öğretir umuduyla ruh
çözümleyicilere koşar. Bazı erkekler kadınlara araba gözüyle bakar;
hangi düğmelere basılacağını
çok iyi
bildiğini sanır; kadınları heyecanlandırma, “hızlandırma”
gücüne bakıp kendine hayranlık duyar, sonra da soğuk, ilgisiz bir gözlemci
olarak kalır. Bu yüzden yaşamı umursamaz olur; büyük bir hayranlık içinde teknolojik
şeylere kapılır; sonunda cansızlığa ve ruhsuzluğa doğru çekilir. Bu durum; yaşamaya ve olaylara yabancılaşma
durumudur. Bu durumdan da aşırı şiddet veya aşırı duyarsızlık tepkilerinin
çıkması normal karşılanmalıdır.
Tanrı fikri, derinlemesine bakıldığında, temelinde Narsizm ’in
karşısındadır. Çünkü kavramsal olarak her şeye kadir olan, sınırsız güçte olan
Tanrı’dır, insan değildir! Osmanlı'daki "Mağrur olma padişahım senden
büyük Allah var" sözünün, önemli törenlerde paşalar tarafından söylenmesi
geleneği bunu hatırlatmak içindir. Fakat Tanrı
ve din; toplumsal narsizmin temel ögesi haline getirilerek, şiddet gerekçesi ya da toplumsal
şiddetin en önemli nedeni haline gelmiştir.
Narsist topluluk üyeleri şu duygular içindedir: “Yoksul
ve kültürsüz olsam da önemli bir kişiyim ben, çünkü bugüne dek dünyanın gördüğü en üst topluluğun
üyesiyim
- Beyaz'ım” ya da“Hıristiyan'ım”. Halkın çoğunluğunun akla uygun olarak
kabul ettiği şey; halkın büyük bir kesiminin doğru
kabul ettiği bir şeydir.
Yani akla uygunluk yargısını akıl veya bilim belirlemez, toplumun onayı
belirler. Toplumun
genel yargısı da örneğin; “Bizim klanın-üst topluluğun dini, diğerlerinkinden
üstündür” anlayışı şeklini alınca, karşılıklı olarak toplumsal şiddete yol açmaktadır.
Tarihte topluluk narsisizmi simgelerinin aşağılanmasının
deliliğe yakın bir öfke yarattığını gösteren pek çok örnek
vardır. Bayrağa karşı saygısızlık; Tanrı'nın, kralın, önderin aşağılanması; savaşın ya da toprağın yitirilmesi– bunların hepsi kitlelerde şiddetli öç
alma duyguları uyandırıp yeni savaşlara yol
açmıştır. Zedelenen narsisizm ancak karşıdakinin,
ötekinin ezilmesiyle, narsisizme yöneltilen aşağılamanın
ortadan kaldırılmasıyla kurtarılabilir. İster bireysel isterse
ulusal olsun öç alma duygusu, çoğu zaman
zedelenmiş narsizmden bu zedelenmeyi saldırganı ortadan kaldırarak bir anlamda “tedavi
etme” gereksinmesinden doğar.
İnsan yalnızca biyolojik ve toplumsal olarak varlığını
sürdürmekle değil, kendisini insan yapan değerlerin geliştirilmesiyle de
uğraşır. Değerler açısından bakıldığında narsisizmin akıl ve sevgiyle çeliştiği
açıkça görülür. Narsist eğilimin yüksekliği, yapısı gereği kişiyi gerçekliği
olduğu gibi görmekten, nesnel olarak algılamaktan alıkoyar; başka deyişle aklın
işleyişini kısıtlar. Fanatik bakış açısı sağlar ki bu da “aklın kör olması”
durumudur.
Şiddetin bu denli yaygın olması, toplumsal çoğunluğun şiddet
eylemlerine katılması veya aşırı duyarsız kalmasının diğer önemli bir nedeni de
adaletsizlik duygusudur. İngiliz
yardım kuruluşu Oxfam'ın raporuna göre dünyanın en zengin 62 kişisinin serveti, dünya nüfusunun
yarısının (3,5 milyar kişi) servetine eşittir! Bu derece büyük
servet ve dolayısıyla gücün sahibi olanların, mevcut statülerini kaybetmemek
için ne tür oyunlar yaptığına da hep birlikte şahit oluyoruz.
Araştırmacı Sarah Brosnan, primatların basit görevleri
tamamlayarak ödül almaları deneyleri konusunda daha farklı bir yaklaşımla; ya diğerlerine daha çok ödül verilirse ne
olur diye düşünmüş.
Kısa zamanda cevabı öğrenmiş. Denekleri olan Ulusal Yerkes
Primat Merkezi’nden Capuchin maymunları, kısa sürede, kendilerine verilen çakıl
taşını geri götürürlerse, bir parça salatalık alacaklarını öğrenmişler. Fakat
bazı maymunlara aynı görev karşılığı daha güzel bir ödül verilmiş: lezzetli bir
üzüm. Hak etmeyen iş arkadaşlarının daha fazla maaş aldığını gören diğer
maymunların çoğu somurtmuş ve kendi salatalıklarını yemeyi reddetmiş. Diğerleri
öyle sinirlenmiş ki, salatalıklarını biyoloğa geri fırlatmış. Sanki “bu
adil değil” diyormuşçasına... Bu deney, primatların içsel bir ekonomik adalet duygusuna
sahip olduğunu, her primatın adaleti değerli bulduğunu göstermiştir.
Özetlersek, şiddetin belirleyebildiğimiz ana
nedenleri;
*
İçgüdüsel; tarihsel köken (yaşamak için gıda temini yani yemek ihtiyacı)
*
Psikolojik; bireysel veya toplumsal narsizmin abartılması
*
Liberalizmin “tüketim toplumu” zorlaması; bireyin makineleşmesi, yabancılaşması
ve yaşam mücadelesi huzursuzluğu
*
Adaletsizlik duygusu; referans gurubunda veya tüm dünyada gözlemlenen gelir
dağılımındaki eşitsizlik ve haksızlıklar
...diyebiliriz.
Erich Fromm; “Toplumun koyduğu sınırlara uymayan insan,
toplum tarafından bastırılır. Bu yüzden bilincimiz büyük ölçüde kendi
toplumumuzu ve kendi kültürümüzü yansıtır; oysa bilinçaltımız her birimizin
içindeki "evrensel
insanı” yansıtır.
Bilinç alanının genişletilmesi, bilinçliliğin aşılması, toplumsal bilinçaltı alanının aydınlığa çıkarılması; insanın tüm insanlığı kendi içinde duymasını sağlayacaktır. İnsan o zaman hem günahkâr hem ermiş, hem çocuk hem ergin, hem akıllı hem deli, hem geçmişin hem de geleceğin insanı olduğunun farkına varacaktır– insanlığın daha önce geçirdiği tüm evreleri, gelecekte geçireceği her şeyi kendi içinde taşıdığını anlayacaktır.” diyor.
Şiddet sorunu nasıl
aşılır, bireysel ve toplumsal şiddeti nasıl yok edeceğiz sorusunun cevabı
kuşkusuz hiç de kolay değil. Tüm insanlığın bunu yok etme yönünde karar vermesi
ve eylemler geliştirmesi gerekir. Şöyle de ifade edilebilir; şiddetten bireysel
veya grupsal kurtuluş yok, "ya hep birlikte ya da hiç birimiz!"
Belki her insanın içindeki narsist enerjiyi dönüştürebiliriz.
Ulus, ırk, din ya da siyasal düzen yerine bireysel veya topluluk narsisizminin
nesnesi: “insanlık, yani
tümüyle insanlık ailesi” olursa çok şey çözülmüş olacaktır. Bugünün
koşullarını düşününce bu fikir gayet ütopik geliyor olabilir ama hayallerimiz
olmazsa biz de yokuz demektir.
Birey kendisini her şeyden önce bir dünya vatandaşı olarak
görebilirse, insanlıktan ve insanlığın başarılarından övünç duymayı öğrenirse, o
zaman narsisizminin nesnesi olarak birbiriyle çatışan toplulukları değil de tüm
insanlığı benimseyecektir. Şiddeti asıl bitirecek olan budur.
Fethi Demir, 8 Ağustos 2016 / http://www.felsefetasi.org/siddet-ustuydu-siddet-nesnesi-oldu/
Kaynaklar:
- - Cogito
dergisi –“Şiddet” / Sayı:6-7, Kış-Bahar 1996
- - “Sevgi
ve Şiddetin kaynağı” / Erich Fromm
- http://www.hurriyet.com.tr/62-kisinin-serveti-dunyanin-yarisi-ediyor-40042132
- http://www.ntv.com.tr/dunya/62-super-zengin-dunyanin-geri-kalan-yarisindan-daha-fazla-servete-sahip,ED0YBTn0vk21tcmxtZc8eQ-
http://www.evrimselantropoloji.org/insanlarin-ve-primatlarin-bir-baska-ortak-yonu-icsel-bir-ekonomik-adalet-anlayisi/
- http://www.hurriyet.com.tr/62-kisinin-serveti-dunyanin-yarisi-ediyor-40042132
- http://www.ntv.com.tr/dunya/62-super-zengin-dunyanin-geri-kalan-yarisindan-daha-fazla-servete-sahip,ED0YBTn0vk21tcmxtZc8eQ-
http://www.evrimselantropoloji.org/insanlarin-ve-primatlarin-bir-baska-ortak-yonu-icsel-bir-ekonomik-adalet-anlayisi/
- Evlerinde Ortalama 300 Bin Eşya Bulunan Amerikalılara Dair İlginç İstatistikler
Post a Comment