FELSEFE nedir? Felsefe; “Az şeker, bol disiplin”dir
FELSEFE nedir? Felsefe; “Az şeker, bol disiplin”dir / (Fethi Demir)
“Felsefe;
yaşamın(varoluşun) anlamını anlamak ve bu anlama uygun yaşamaktır”. Bu tarif,
felsefenin yüzlerce tarifi arasında en sevdiklerimden biridir. İş hayatında da,
kalite adına şöyle bir söz vardır: “Kalite; yaptığını yazmak, yazdığını
yapmaktır”.
Her
iki söz, ayrı dünyalara ait gibi görünebilir. Biri ulvi dünya veya düşün
dünyası, diğeri iş dünyasına ait gibidir. Oysa bana ayrıymışlar gibi gelmiyor,
nedense birbirlerini çağrıştırıyorlar, benim nöronlarım bunlar arasında bir
köprü atıvermiş görünüyor.
Kurduğum
bağlantıyı, derinliğe dalmadan açıklamaya çalışacağım. Modern dünyanın en büyük
sorunlarından biri bildiğiniz gibi Şişmanlık veya Obezitedir. Şişmanlığın
sağlık açısından çok zararlı, estetik açıdan en iyimser tabirle “hoş”
olmadığını çok iyi biliyoruz. Nedeni için muhtelif gerekçeler sıralanabilir,
ama asıl önemli olan sonuç; gittikçe şişmanlıyoruz. Zayıflayabilmek için deli
gibi uğraşıyor, milyar dolarlar mertebesinde çok para ve çaba harcıyoruz; başaramıyoruz,
şişmanlıyoruz. Oysa sırrın ne olduğunu biliyoruz, ya da bilmiyorsak sırrını hemen
burada açıklayalım, bilmiş olalım. En basit zayıflama yöntemi şudur:
“Yediğinizin yarısını yiyin”. Ya da “Harcadığınız kaloriden azını alın”. Dikkat
ederseniz ortada karmaşık, anlaşılması zor bir şey yok. Yöntem çok basit;
“Şeker de yiyorsanız yarısını yiyin” yine de olur, zayıflarsınız. Aslında
çözümü biliyoruz, yine de şişmanlıyoruz.
Firmanın
birine verilen “kalitede başarı” ödül töreninde, firma sorumlusunun yaptığı
konuşmayı okumuştum bir yerlerde. Şöyle diyordu:
“Biz mucize yaratmadık, sır keşfetmedik, yeni
bir yöntem bulmadık. Mevcut, bilinen, denenmiş kalite kurallarını uyguladık.
Ama bunları ısrarla, titizlikle ve disiplinle uyguladık. Sapmaya izin vermeden,
yazılı kuralları uyguladık”.
Ve
sonuç: ödül alacak kadar kaliteli üretim, kaliteli ürün!
Neden bu iki güzel
söz’ü bağdaştırdığımı sanırım anlatabildim.
Bence
tek ve çok önemli bir ortak bağlantı noktası var: Kuvvet, yani disiplin, yani
pratik, yani uygulama. İşi teoride bırakmamak, pratiğe uyarlamak, hem de
sürekli damlayan su gibi durmadan, bıkmadan, usanmadan uygulamayı
gerçekleştirmek.
Demek
ki, Zayıflamak istiyorsak; “az şeker ve çok disiplin”e ihtiyaç var. Kaçamak
yapmadan kurallara uymak gerekir. Kalite istiyorsak; “yöntemine uygun olarak
yazılmış talimatlara harfiyen uymak gerekir”! Uygulamanın disiplinle
devamlılığı sağlamak gerekir. Bir damla bir kayayı deler mi? Bu bir zaman
sorusudur, olasılık sorusu değil. Sürekli kayanın üzerine damlarsa; on yılda
deler, devam ederse yirmi yılda parçalar bile!
Bilgi,
bilgi, bilgi… Nereye kadar, ne kadar, ne için? Bilgilenmek adına okuyoruz,
dinliyoruz, izliyoruz. Mesleki gelişim için olandan söz etmiyorum, felsefe veya
kişisel gelişim adına yapmaya çalıştıklarımızdan bahsediyorum.
Bazı
çabalar sarf ediyoruz. Ayrıca saygın, değerli bilge insanların önemli sözlerini
veya bazı hikaye-alegori-menkıbe ‘leri büyük beğeni ve hayranlıkla paylaşıyoruz
(sosyal medyada veya dost sohbetlerinde). Düşünüyoruz ki, okudukça paylaştıkça
belki biraz bize de bulaşır ve faydası olur. Yoga - meditasyon veya bazı
öğretilere, bazı Koç’ların veya Guru’ların çalışmalarına biraz zaman
ayırıyoruz. Yani “yaşamın, varoluşun anlamını” arıyoruz, bununla aradığımız
“huzur”a kavuşacağımızı umuyoruz.
Aldığınız
bilgi, sizin davranışlarınızda veya düşünce sistematiğinizde bir değişime yol
açmıyorsa; boştur veya siz boşa harcıyorsunuzdur. Diyet için “az şeker, diğerlerinin
de yarısını ye” bilgisini, 365 gün, günde ortalama 3 öğün, yani yılda 1.095 kez
uygulamıyorsanız, “fit olamazsınız, fit kalamazsınız”, zayıflayamazsınız.
İstiyoruz
ki, yiyelim içelim, modern dünyanın tüm refah getirilerinden, ürün çeşidi ve
bolluğunda faydalanalım. Sonra bir “hap”
atalım ve zayıflayalım veya zayıf kalalım. İstiyoruz ki modern dünyanın
gerektirdiği her tür oyunu oynayalım, her tür maddi ışıltının cazibesi içerisinde
olalım. Sonra internette veya sosyal medyada 3-5 söz okuyalım ve bunu
paylaşalım, boş vakitlerimizde birkaç seans felsefik takılalım, belki biraz
meditasyon yapalım ve arkamıza yaslanalım; hoop “gelsin huzur”.
“Öğrenmek
bilgi sahibi olmak değildir, öğrenmek değişmektir”. Öncelikle bilmek gerekir
ki, bahsettiğimiz konular yaşam biçimiyle alakalıdır. “Yemek” meselesi de,
“kalite” meselesi de, “huzur” meselesi de yaşam biçimidir, kökten değişme
çabası gerektirir. Değişmek de, dönemsel veya deneysel değildir! Değişmek; sır
olmayan çok bildik önemli kuralları, katı-kesin disiplinle uygulamaktan geçer.
Eğer mutfağınızı değiştirmiyorsanız, yani her öğün yeme biçiminizi, “daha az ve
daha sağlıklı yeme” şekline dönüştüremiyorsanız mucize beklemeyin. Eğer
kariyerinizde yükselmek adına, maddiyatın cazibesi uğruna veya herhangi bir
başka nedenle birilerinin ayağına-tepesine basıyorsanız, “hap” gibi meditasyon veya felsefe yaparak, felsefe okuyarak huzur bulamazsınız.
Bir
an “sevgiden, insanların kardeşliği, paylaşmanın güzelliği”nden bahsedip,
arkasından “en büyük takım bizim takım (parti veya gurup), bileğimi kesseler
kanım takımın renklerinde akar” diyorsanız... Bu işte, bu söyleyişte bir
terslik var; ait olduğunuz guruba-klana-takıma bağımlılığınızda sağlıksız bir
ilişki var. Ego’nuz, bağlı olduğunuz sosyal gurubunuzun-klanınızın başarısından
pay çıkartarak övünmek, şişinmek istiyor. Fanatizm; “bir şeye (fikre, kişiye,
guruba ...) aşırı düşkünlük” demektir ve “akıl tutulması”na neden olur. Fanatikseniz,
“karşı”ya göstermeniz gereken hoşgörüden bahsedilemez. Hoşgörü yoksa şefkat,
sevgi, kardeşlik ve paylaşımdan da bahsedilemez. Bunlar da yoksa “huzur”u boşuna beklemeyin.
Felsefe
yapıyorsanız, yani gerçekten “yaşamın/varoluşunuzun anlam”ını arıyorsanız; önce
ön yargılarınızı, bağlı olduklarınızı, geleneklerinizi, fanatizmlerinizi, inançlarınızı
baştan sona tek tek gözden geçirip, yeniden değerlendirerek hatalı
gördüklerinizden kurtulmaya çalışmak zorundasınız. Fikirlerinizin ve bu
fikirlerle ilişkilerinizin temeline “şüphe”yi koymanız, onları sorgulama ve
değiştirme cesareti göstermeniz gerekir. Yani düşüncelerinizi, aklınızı “hür”
kılmanız gerekir.
Ego’nuzun;
beğenilme, övünme, şişinme duygularını bastırmanız gerekir.
Delphi tapınağının
girişindeki “Kendini tanı” yazısı boşuna yazılmamıştır.
Gelenekleri,
yıllardır bizde olan alışkanlıkları, fikirleri ve hatta babamızdan, atamızdan
miras ve eğitim olarak aldığımız ve rahatlığına alıştığımız inançlarımızı
bırakmak kolay mı? Felsefenin hayatımıza uyarlanmasının zorluğu konusunda; Arthur
Schopenhauer: “Sayfaları arasında gözyaşları, ağlama, dişlerin birbirine
çarpması ve karşılıklı katletmenin korkunç gümbürtüsü olmayan felsefe, felsefe
değildir” demiştir.
Karl
Jaspers ise “Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmek demektir. Felsefe yapmak Tanrı'ya
yükselmek demektir” olarak tariflemiştir bu zorluğu. Tabularımızdan bir kısmını
sorgulamak ve hatta bırakmak, ağır bir mücadeleyi gerektirir ve “ölüm kadar
zor”dur. Dante’nin cehennemine inip çıkmaktır, hem de defalarca.
Yani
kolaycılığı bırakmak gerekir, yüzeyselliği bırakmak gerekir, derine daha derine
inmek gerekir. Eğer “huzur” veya “mutluluk” arıyorsak; yaşam biçimimize
tutarlı, disiplinli eylemler uygulamamız gerekir.
İşte bu yüzden kadim
bilgelik “yol”larının, öğretilerinin birçoğunda “Ölmeden önce ölmek” kavramı
vardır.
Felsefenin,
bilgelik yolunun, hakikat’e ulaşma gayretinin bedeli budur: Öğrenmek, değişim
için doğum sancıları çekmek, değişmek ve çoğunlukla yalnızlaşmak. Ama
“huzur”, “iç huzur ve dinginlik”
arayışında olanlar için en önemli olan yöntemler de bunlardır. “OL”maya
yaklaşmak istiyorsak, “YOL” nereye doğru nasıl gidiyorsa, takip etmek, yürümek
gerekir. “Yol”un gereklerini yerine getirmek lazımdır, ilerlemenin kuralı da budur.
Fethi Demir, 23 Ocak 2015 / http://www.felsefetasi.org/felsefe-az-seker-bol-disiplindir/
Post a Comment