Yapay Zeka: Uygarlığımız için onuncu tehlike!
Yapay Zeka: Uygarlığımız için onuncu tehlike! / (Fethi Demir)
İsveç’teki
Küresel Sorunlar Vakfı’nın yayınladığı “Uygarlığımızı tehdit eden 12 risk”
raporundaki 10. Risk: “Yapay zekâ”dır.
(http://globalchallenges.org/ )
Keza,
Nobel ödüllü bilim adamı Stephen Hawking,
İngiliz Independent gazetesi için kaleme aldığı bir makalede; ‘Yapay zekâ insanlığın en büyük ve son
başarısı olabilir’ şeklinde uyarıda bulundu.
“Yapay
zekâ araştırmaları büyük bir hızla devam ediyor. Son dönemde kendi kendini
süren otomobiller, bilgi yarışmalarını kazanan robotlar, Siri, Google Now ve
Cortana gibi dijital asistanlar icat edildi. Bütün bunlar yapay zeka
teknolojileri konusunda önemli bir araştırma ve yatırım savaşının başladığına
işaret ediyor” dedi.
“Yapay
zekâ”nın yararları anlatılamayacak kadar çok. Bilimin her dalında sıçrama
denebilecek seviyede ilerlemeler sağlayacağı muhakkak. Refah seviyemizi
yükselteceği gibi, yaşam kalitemizin artmasına da etkileri olacaktır. En
çarpıcı örneklerden biri olarak; tıpta devrim denebilecek ilerlemeyle birçok
hastalığın çaresinin bulunmasına sebep olacaktır.
Çok
teknik ve bilimsel terimlere kaçmadan tariflemeye çalışalım, nedir yapay zekâ?
İnsan beyni gibi çalışan, öğrenebilen, öğrendiklerini hafızasına kaydeden,
buradan yeni sonuçlara varabilen, kendini geliştirebilen, inisiyatif kullanabilen,
kararlar alıp uygulayabilen... kısacası tıpkı biz yani.
“Yapay
zekâ”nın robotlarda olması şart değil, robotlarla iç içe olabilir, robotları
kullanabilir, robotlara da yüklenmiş olabilir, fakat “yapay zekâ=robot”
değildir, çok daha ötesidir.
Konu
bu kadar ilginç olunca, doğal olarak sanatın çeşitli dallarının bu çekici
konuya ilgisiz kalması mümkün değil.
Bu
konuda izlenmesi gerekli bazı önemli sayılabilecek filmlerden bahsetmek gerekirse:
"Transcendence"
"Ex Machina"
"Autómata"
“Chappie”
Tabii
Terminatör film serisindeki SKYNET’i
de unutmak mümkün değil ve alnının akıyla bu listeye girer. Keza; Matrix serisi,
“I Robot”, Battlestar- Galactica filmleri de “Yapay Zekâ” konusunda izlenmesi
gereken filmler arasındadır.
Edebiyat
dünyasının, özellikle bilim-kurgu edebiyatın da önemli konularından biridir. Bu
vesileyle ünlü bilim-kurgu yazarı Isaac Asimov'un
1940’lı yıllarda yazdığı kitaplarda belirlediği, “Yapay zekâ”ya sahip her
robotun, tehlike oluşturmaması için sahip olması gereken temel 3 Robot
Yasası’nı da hatırlamak gerekir:
1- Bir robot hiçbir
şekilde insanoğluna zarar veremez; veya pasif kalmak suretiyle zarar görmesine
izin veremez.
2- Bir robot 1. kuralla
çelişmediği sürece kendisine insanlar tarafından verilen emirlere itaat etmek
zorundadır.
3- Bir robot 1. ve 2.
kurallarla çelişmediği sürece kendi varlığını korumak zorundadır.
“Asimov
evren”inin ilerleyen zamanlarında ise, 3 robot yasası’ nın bazı durumlarda
yetersiz kalabildiği tespiti üzerine 4. ama önem sıralamasında en başta gelen
bir yasa daha koyulmuş, buna da 0. yasa veya orijinal ismiyle "zeroth
law" adı verilmiştir:
0- Hiçbir robot insanlığa
zarar veremez veya harekete geçmeyerek insanlığın zarar görmesine seyirci
kalamaz.
Kısaca
bu bilgileri verdikten sonra, akla şu soru geliyor: “Ne zaman tam tanıma uygun yapay zekâ oluşturulabilir?”.
Burada
Moore yasasından bahsetmeden geçmemek gerekir. Moore Yasası: Intel
şirketinin kurucularından Gordon Moore'un 19 Nisan 1965 yılında Electronics
Magazine dergisinde yayınlanan makalesi ile teknoloji tarihine kendi adıyla
geçen kuraldır. Bu kurala göre her 18 ayda bir, bilgisayarların ana ünitesi
(CPU-beyin) iki misli kapasiteye çıkar, maliyetler aynı kalır.
Tabii
bilgisayarların kapasitesinin artması, yapay zekâ konusunda ilerleme
kaydedebilmemiz açısından önemli ama tek etken değil. Yazılım ve algoritmalar
konusunda önemli ilerlemeler kaydetmemiz gerekiyor. Beynimizin çalışma şeklini
anlama konusunda da bilimsel ilerlemeler kaydetmek zorundayız.
Özetle;
tam tanıma uygun yapay zekâ oluşturulabilmesi için tahmini tarihleme bir kaç
yüz yıl sonrası. Fakat bilim veya teknolojide olası bir sıçrama şeklindeki
ilerleme, bu tahmini zamanı kısaltacaktır.
İlk
bakışta gayet yararlı, insan hayatını kolaylaştırma, refah sağlama ve yaşam
kalitesini arttırma yönünde katkısı olacak gibi görünen yapay zekâ, neden tehlikeli
olarak algılanıyor veya lanse ediliyor?
Evrene
zekası olan, düşünebilen yeni bir tür
katmış oluyoruz, üstelik bizden üstün. Bu güne kadar tüm türler bizden alt
seviyedeydiler. Bu tür bir zekâ, örneğin internetteki tüm bilgiye anlık olarak
ulaşabilecek ve bilgiyi o andaki duruma uygulayabilecektir. Yani interneti
kendi hafızası ve bilgi dağarcığı olarak kullanabilecektir. Ayrıca Hawking’in
dediği gibi, “Bu tür bir zekâ kendi yolunu çizerek kendini yeniden tasarlayabilir ve sürekli artan bir hızda gelişebilir.”
İsveçli
felsefeci Nick Bostrom, süper yapay zekâ ile insan zekâsı arasındaki farkı
şöyle açıklıyor: “Einstein’ın zekâsıyla bir solucanın zekâsı arasındaki fark
neyse, öyle bir fark söz konusu olacak.”
Peki,
bizim kadar zekâsı olan veya bizden daha üstün olan bir sistemden, türden neden
bu kadar çok korkuyoruz?
Eğer
onu biz oluşturduysak, yönlendiren ve kuralları koyan da yine biz oluruz,
öyleyse korkacak ne var?
Aslında
biz “Yapay zekâ”dan kokmuyoruz, biz
kendimizden korkuyoruz:
1)
Korkuyoruz
ki; bencil çıkarını düşünen bazı guruplar, “Yapay zekâ”yı kendi çıkarlarına
yönelik kullanmak üzere tasarlayabilir ve yönlendirebilirler. Bilim kurgu
yazarı Charles Stross, "Bana göre şu anda görülen ya da gelecekte
görebileceğimiz yapay zekâlar tehlikeli olabilir. Ama bunun tek sebebi bu yapay
zekânın hizmet ettiği insanlar olur" diyor.
2)
Kokuyoruz
ki; “Yapay zekâ”yı “ahlak-iyilik-dürüstlük” gibi erdemlerle kuşatırsak, onun bize
soracağı sorular karşısında, insanlığın geçmişi, bugünü ve geleceğine dair
yaptığımız hataların hesabını veremeyiz.
Kızılderililer,
İnka-Aztek’ler, Aborjinler … nice medeniyetleri ve insanları neredeyse toptan yok
ettik. Bitkiler ve hayvanların birçok türü geri dönülemez biçimde bizim
tarafımızdan yok edildi. Çevreyi ve Atmosferi her tür atıkla kirletmeye devam
ediyoruz. Kendimizi düşünmediğimiz gibi, her tür çevre felaketini oluşturarak
doğayı birlikte paylaştığımız diğer canlıları da yaşam tehlikesiyle baş başa
bırakıyoruz.
İnsanlığın ilk
oluştuğu tarihinden beri süregelen en önemli ahlak-din kuralı: “Öldürmeyeceksin, çalmayacaksın” değil midir?
Günümüzde
dünyanın çeşitli bölgelerinde savaş devam ediyor, yani insan soyu olarak kendi
kendimizi yok etmeye devam ediyoruz. Bu
savaşların en temel nedeni de; “tek tek insanları sömürmekten yani çalmaktan
daha da öte, ulusları sömürge haline getirerek, bir ulusun kaynaklarını toptan çalmak”.
Yani insanlık olarak “öldürüyoruz, çalıyoruz”.
Medeni
diyebileceğimiz insanlık, yaklaşık 10-12 bin yıl önce başladıysa, muhakkak ki
“öldürmeyeceksin-çalmayacaksın” kuralı da onlarla birlikte başlamış olmalı
çünkü birlikte yaşamak için bu kural olmazsa olmaz en temel noktadır. Bugün bu
kurala uyduğumuz söylenebilir mi; hayır! Öyleyse kaç on bin yılda bir bu kuralı
yerine getirmeye biraz daha yaklaşacağız? Veya bir önceki on bin yıla göre kaç misli ilerleme kaydedeceğiz?
İnsanlığın
ahlak-erdem konusundaki Moore yasasını ne zaman koyabileceğiz ve yerine
getirebileceğiz.
Yani
“insanlığımızın” ahlak ve erdem konusundaki gelişme hızı, yapay zekâ geliştirme
hızımıza ulaşacak mı yoksa geride mi kalacağız? Asıl korkulması gereken
felaket, geride kalmamız ve yapay zekâya hesap veremeyişimizdir. İnsan soyu; doğayı kemiren kanser olarak görülüp
yok edilmeyi hak ediyor pozisyonunda kalabilir.
Korkulu
rüya görmemek için asıl yarışın; çıkar ve sermaye gurupları veya ülkeler
arasında yapay zekâ oluşturma alanında olmaması gerekir. Asıl yarışın; insan
soyunun, “insanlık” adına kendiyle olan yarışı olması gerekir. Bir an önce
kendi doğasına ve çevreye uyumlu bir insanlık oluşturmak için insan soyu olarak
kendimizle yarışıyor olmak zorundayız.
Fethi Demir, 6 Temmuz 2015 / http://www.felsefetasi.org/uygarligimiz-icin-onuncu-tehlike/
Kaynaklar:
Post a Comment